∞ six ∞

219 15 18
                                    

Yeşil koltuklarda oturmuş, yaklaşık bir saattir konuşuyorduk. Şey, daha çok Ashton konuşmuştu ancak bundan şikayetçi olduğumu söyleyemezdim. Ne şikayetçisi, hayatımın sonuna kadar onun konuşmasını ve kıkırdamasını dinleyebilirdim.  Küçükken annesi ve babasıyla birlikte bir pikniğe gittiklerinde hoşlandığı bir kızdan, ve ondan üç yaş büyük kuzeninin onu nasıl utandırdığından bahsederken bir meleğe benziyordu. Ancak onun küçüklük anılarından çok daha fazlasını bilmek istiyordum.

Mesela neden buraya geldiğini.

 Tabii bunu ona söylemeyecektim, sonuçta hala iki yabancıydık. Ve ben ona hiçbir şey anlatmamıştım, bu onun bana karşı olan güvenini arttırmayacaktı. Benim de ona olan güvenimin tam olduğunu söyleyemezdim. Hala güven sorunları yaşıyordum. Onun kötü biri olduğunu düşünmek imkansız gibiydi, düşünceli tavırları ve iç ısıtan gülümsemesiyle birine kabalık yaptığını hayal edemiyordum. Yine de daha önce de açıkladığım gibi, içimdeki fırtınada o da dahil kimsenin gereksiz yere zarar görmesini istemiyordum. Beni tamir etmeye çalışırken canlarını yakabiliyorlardı.

“Peki ya sen? Hiç konuşmadın, Mia. Biraz da senin hakkında konuşalım.”( HAYIR BURADA KESİNLİKLE BİR CRISTIAN GREY ALINTISI YAPMİCAM)

Ellerim anında terlemeye başladı. Ne anlatabilirdim ki ona? Yani evet, ince sesiyle konuşmasını dinlemek oldukça kolaydı ancak konuşmaya gelince biraz zorlanabilirdim. Ne anlatmam gerektiğini de bilmiyordum. Pek de iyi anılara sahip biri değildim. Yani, buradaki herkesin ortak özelliği bu olmalıydı herhalde. Ancak Ashton bir şeyler bulmuştu.

“Bilemiyorum, sana duymadığın bir şey anlatamam. Fazlasıyla… Disney filmi gibi bir hayatım var.” Dedim. Gülümsedi,

“Ciddi misin?”

“Yani, tam olarak değil. Ben hala mutlu sonu bekliyorum.”

“Peki bu konuda umutlu musun?” dedi ve başını kaldırdı..

“Vay canına, kendimi Bay Montree’nin yanında gibi hissettim.” Dedim. Kıkırdadı.

“Hayır, sadece merak ediyorum. Seni daha iyi tanımaya çalışıyorum. Biraz fazla mı kişisel oldu? İstersen sorumu geri alabilirim. Ya da 20 soru oyununu oynarız ve en sevdiğin renk, yemek ve müzik gruplarını öğrenmekle yetinirim. Seçim senin.” Gülüştük,

“Hayır, hayır. Ben, emin değilim. Bilirsin… umut konusunda.” Şakasından sonraki ani ciddileşmemiz ortamı sessizleştirmişti. Belki de bunu söylememeliydim bilmiyorum, ama o bilmek istemişti. Bu konuşma uzayıp giderse ona cevap vermek ve vermemek, yalan söylemekle söylememek arasında kalmıştım.

Hayır, konuşmaya hazır değildim. 18 yıllık yaşantımda ilk defa arkadaşım olmuştu ve içimdeki duyguları daha psikologum bile bilmiyorken ona anlatamazdım. Daha bu hisleri özümsememiştim bile. Yani evet, bütün hayatım boyunca dışlanmıştım ve mutsuzluğa alışkındım. Ancak bu mutsuzluk daha farklıydı. Önceki mutsuzluğumu dolduran bir acı yokken, şu anda o boşluklardan keder taşıyordu. Önceden kendimi sevip sevmediğim konusunda hiç düşünmezken, şu anda aynaya her baktığımda iğrendiğim biriyle karşılaşıyordum.

“Sonuçta umudumuz da acımızla ters orantılıdır, değil mi?” dedi Ashton, sessizliği bozarak. Söylediklerini kafamda biraz tarttıktan sonra haklı olduğuna karar verdim ve sessizce başımı salladım. Bu söz benim hayat hikayem olabilirdi. Birinci sınıfa başladığımdaki hayallerimi anlatsam gözleriniz dolardı sanırım. Ben, prenses filmleri izleyerek büyümüş bir çocuktum ve her zorluktan sonra ödüllendirildiğimizi düşünüyordum. Anasınıfındaki berbat insanlar ve berbat anılara göğüs germiştim. Ve bu başlayacağım yeni okulda eski Mia Brown olmayacaktım. Kendine güveni tam, cesur ve kararlı bir Mia Brown olacaktım. İnsanlar beni sevecekti ve popüler olacaktım. Bana imreneceklerdi, ancak kimse beni kıskanmayacaktı. Herkese iyi davranacaktım. Herkes benimle arkadaş olmak isteyecekti.

∞ broken ones ∞ || a.i. ||Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin