Annem ve babamla geçirdiğim 4 saatlik vakitten sonra vedalaştık ve 2010 model, motoru gürültülü arabamıza binip gittiler. O arabayı da özlediğimi inkar edemezdim, yaşadığım sayılı iyi anılardan çoğu o arabada geçmişti. Avusturalya'nın bir ucundan diğer ucuna o külüstürün külüstür olmadığı zamanlarda, onunla giderdik. Aileyle yapılan yol gezilerinin eğlenceli olmadığından ve sinir bozucu çiş molalarından ibaret olduğundan bahseden çok fazla Amerikan filmi yapılmıştır ancak ben seviyordum. Müzik zevklerimiz uyuşmasa bile bir annemin sevdiği, bir babamın sevdiği, bir de bnim sevdiğim şarkılardan seçer ve her yola çıkmadan bir çalma listesi oluştururduk. Yol boyunca bildiğimiz şarkılara eşlik eder, bilmediklerimizi mırıldanmaya çalışır ve ağır bir başarısızlığa uğrardık. Bazen sıkılınca ya da çalma listemizdeki şarkılar bitince en saçma radyo kanalını açar ve annemlerin bile sevmediği saçma pop müziklerini dinlerdik. Bir keresinde hiç çaktırmadan Michael'ın konserinde ses kaydına aldığım parçalarını dinletmiştim. Tanıdık olmamalarından dolayı annem sormuştu,
"Bu grubu biliyor muyum?"
"Hayır, yeni ve... ezik bir grup." Deyip geçiştirmiştim. Küçük annem o grubun gitaristine delice saplantılı olduğumu biliyor muydu?
Hastanenin dış kapısının önünden bahçenin içine doğru sürüdüğüm adımlarla ilerledim ve güvenlik görevlisiyle göz temasından kaçınarak hastane binasının içine girdim. Bay Montree'yle olan randevumuzun vaktinin yakşlatığını koridordaki duvar saatinden fark ettim ve her ne kadar gitmek zorunda olduğumu bilsem de içime bir halsizlik çöktü. Bulunduğum yerde bir köşeye kıvrılıp uyumak istiyordum. Bu yüzden Bay Montree'yle olan görüşmem biter bitmez odama dönüp uyumaya karar verdim.
Daha on dakika falan olmasına rağmen odama gidersem uyuya kalacağımı hissettiğim için erkenden Bay Montree'nin odasına yöneldim. İçeride hasta varsa dışarıda bekleyecek, yoksa ne kadar yorgun olduğumu söyleyip erkenden seansımızı bitirmeyi rica edecektim. Pek umudum yoktu ama denemeye değer gibi hissediyordum. Ayrıca bunu kafamda bir tasarı haline getirmiş olsam da yapabilir miydim bilmiyordum.
Artık her gördüğümde midemi kaldıran yeşil renkli bekleme odasında kimsenin olmadığını görünce kararsız bir şekilde kapıya ilerledim ve hafifçe tıklattım. Birileri konuşuyor gibiydi ama bir hasta ya da bir hemşire olabilirdi. Bu yüzden Bay Montree'nin "Gir!" diye bağırmasıyla kapıyı açtım.
Odada her zaman yerinde görmeye alışık olduğunuz, bu sefer ciddi tavırlı psikologumuz otururken karşısında aynı ortamda bulunmamıza rağmen yüzünü pek fazla göremediğim Jen duruyordu. Kapıyı açmamla zarif boynunu hafifçe çevirerek göz ucuyla baktı, önemli konuşmalarını bölen kişinin adını ve kapı numarasını merak ediyordu. Ama, gerçekten. Jen'in bakışları fazlasıyla korkutucuydu. Tamam, ben göz teması konusunda kötü biriyim ama ona her baktığımda hissettiğim korku özgüvenimle ilgili olan şey değil, bu Jen'le ilgili. Herkesin ona baktığında aynı korkuyu hissettiğini düşünüyorum. Bir akıl hastanesinde olduğumuzu göz önünde bulunduracak olursak onun da baya sikik bir hayatı olduğunu ön görebiliyordum. Duştayken adını hatırlayamadığım arkadaşıyla yaptıkları konuşmada kulağa gayet normal bir kız gibi gelen Jen size o bakışlarından birini attığında a) bir motosiklet çetesiyle birlikte takılan, maskulin bir kesime sahip ve arkasında 'Kanlı Tekerlekler' yazan bir deri ceket giyen, ve çetenin bütün üyeleri tarafından hamile kalmış olma olasılığı olan, yani fazlasıyla stresli dönemlerden geçmiş ve yanlış bir hareket yaptığında ağzına çivili botlarıyla tekme atabilme potansiyeli yüksek bir kadın ya da b) bu hastanede olmasından dolayı ondan geçirmiş olması beklenilen bir takım zor psikolojik dönemlerden geçmiş bir gençti. B seçeneği daha doğru gibi görünse de işe biraz fantastiklik katmak için a seçeneğini seçebilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
∞ broken ones ∞ || a.i. ||
Fanfiction"kimse yaralarını kaşımayı sevmez, ama bazen yapman gereken tek şey yara bandını çekmektir."