Açık yeşil ve beyaz renkleriyle döşenmiş bekleme odasında otururken bacaklarımı sabırsızca bir ritim içinde sallıyordum. Yaklaşık yirmi dakikadır burada oturmuş, Bay Montree'nin adımı söylemesini bekliyordum. Birazdan ağlamaya başlayabilirdim, bu yüzden kendimi sakinleştirecek bir şey bulmaya çalıştım. Etrafıma bakındım. Saat neredeyse sekiz olduğu için etrafta kimse yoktu, kimsenin randevusu sekize kalmazdı çünkü. Ancak ben hastaneye yeni geldiğim için bu ilk randevum olacaktı ve geldiğim anda beni Bay Montree'yle görüşmeye yollamışlardı. Üstümde açık mavi çirkin naylon bir hastane kıyafetiyle rahatsız koltuklarda oturmuş bekliyordum.
Bir iki dakika sonra Bay Montree odasından çıkıp beni çağırdı. Derin bir nefes aldım ve ayağa kalkıp hızlı adımlarla odaya girerken Bay Montree'yle göz temasından kaçındım. Bana neler soracağını, neler söylemek zorunda kalacağımı az çok tahmin edebiliyordum. Bu yüzden zaten kalbim küt küt atıyordu. Kendimi sakinleştirmeye çalıştım ve koltuklardan birine oturdum. Bay Montree karşıma geçti ve, "Hoş geldin, Mia." Dedi. Sakince kafamı salladım. Cevap vermek zorunda kalmadıkça konuşmayacaktım, bu benim için zor bir işti. Bilirsiniz işte; insanlarla konuşmak.
"Nasılsın?" diye sordu. Nasıldım? Mükemmeldim. O kadar harika hissediyordum ki şu önümdeki masaya gökkuşağı kusabilirdim. Bunu söylemek yerine omuz silktim. Başını salladı ve önüne döndü. Kağıdına bir şeyler karaladı. "Pekala Mia, havadan sudan konuşmak istemiyorsan direk konuya girelim derim. Bana ne olduğunu anlatmak ister misin?" dedi. Tüylerim diken diken oldu. Kan beynime sıçradı. O an aklıma her geldiğinde midem alt üst oluyor, beynim yanmaya başlıyordu. Gözlerimde ıslaklık hissettiğimde, hızlıca kafamı salladım ve bu sayede o iğrenç düşüncelerin de geçiçi olarak yok olmasını sağladım.
"Peki. O zaman senin sorununun ne olduğunu söyleyebilir misin bana?" diye sordu. Hayır. Söyleyemezdim. Çünkü benim bir sorunum yoktu. Ben gayet normal bir insandım. Hatta diğer normal insanlardan daha başarılı bir insandım. Benim tek sorunum diğer insanlardı, ki bu birçok normal insanda olan bir sorun. Sadece biraz utangaçtım işte. Kafamı hayır anlamında salladım.
"O zaman, ailenden edindiğim bilgilerle teşhisi ben koyacağım. Senin sorunun özgüven eksikliği dediğimiz iki tane kelimecik. Özgüven eksikliği kişide doğuştan veya çevresel kaynaklı olabilir. Her tedavinin başında da olduğu gibi ilk önce hastalığın nedenini bulmalıyız ki nasıl tedavi edeceğimizi bilelim. Bu yüzden burada geçireceğin ilk birkaç günü benimle birlikte konuşarak geçireceksin. Arkadaşların var mıdır Mia?" Arkadaş. Bilemiyordum. Anasınıfından beri bir-iki konuştuğum kişi vardır ancak onlar arkadaş statüsüne girer mi bilmiyorum. Bu yüzden kafamı iki yana salladım. "Eh, güzel, bundan sonra senin arkadaşın benim Mia. Ve bana her şeyi anlatabilirsin."
Kafamı salladım. Bir süre bana gözlerini dikip, ona bakmamı sağlamaya çalıştı ancak hayır bakamayacaktım. En sonunda vazgeçti ve önündeki kağıtları imzalamaya devam etti. "Yarın 15.20'de buraya gelmeni istiyorum Mia. Hemşireler sana haber vereceklerdir ama sen yine de burada ol." Kafamı salladım. Tuhaf bir sessizlikten sonra "Çıkabilirsin, bugünlük bu kadar." Dedi. Hızlıca ayağa kalktım ve görüşürüz bile demeden kapıdan çıktım.
Hızlı adımlarla kapısının üzerinde 34 yazan odama geri döndüm. Annem ve babam yüzlerinde aynı endişeli ifadeyle "yeni yatağımın" üzerine oturmuş bekliyorlardı. Ben içeri girdiğimde yapmacık bir gülümseme takındılar ve annem, " Nasıl geçti hayatım?" diye sordu.
"İlk günümde neler olmuş olabilir anne, iki dakika konuştu ve geri döndüm işte." Derin bir nefes alıp verdi. Odadaki sandalyeye oturdum ve başım öne eğikken sordum, "Burada ne kadar kalmam gerekiyor?" Tekrar derin bir iç çekme.
"3 hafta." Dedi ve eklemek istedi, "Mia belki anlamıyor-" ama sözünü kestim.
"Tamam." Dedim. "Tamam anne." Babam ayağa kalktı ve yanıma gelip bana sarıldı.
"Her Cuma gelip seni göreceğiz." Anlımdan öptü. "Seni seviyourz, Mia."
"Ben de sizi." Dedim. Yavaş adımlarla odadan çıktılar. Arkalarından kapıyı kapadım. Odaya baktım. Her yer griydi. Duvar kağıdı griydi. Çarşaflar kirli beyazdı, parkeler griydi, perdeler griye yakın bir maviydi. İnsanların psikolojik sağlığının iyileşmesi için inşa edilmiş bir hastane için fazlasıyla depresif bir oda döşemeleri vardı. Ya da renkli perde alamayacak kadar fakirdiler.
Yatağın üstüne oturdum ve yüzümü ellerimle kapadım. Aklıma olanlar geldi. Düşünceleri yok etmeye çalıştım. Olmadı. Gözümden bir damla yaş geldi. Sakinleşmeye çalıştım. Başaramadım. Ağlamaya başladım. Kendimi durduramadım.
Şeyyyy selam. İlk fanfiction'ım değil ama ilk 5SOS fanfiction'ım. Diğer hikayemde fazla başarıya ulaşmamıştım ancak tekrar denemek istedim. İlk bölümler çok klişe olabilir ama lütfen hemen ümidi kesmeyin, uzun zamandır kurguyu düzenlemeye çalışıyordum ve sonunda yayınlamaya karar verdim. Aklımda çok güzel fikirler var sonuna kadar dayanın lütfen hoşunuza gidecektir asxdfdasd. Sizden aldığım tepkiye göre yeni bölümler yayınlayacağım. Bu giriş ve bunda eştın yok ama hemen bir sonraki bölümde girecek. Neyse bu kadar yazar notu yeter. Sizi yorumlarda görmek isterim tşk öd.
Sizi seviyorum xx
ŞİMDİ OKUDUĞUN
∞ broken ones ∞ || a.i. ||
Fanfiction"kimse yaralarını kaşımayı sevmez, ama bazen yapman gereken tek şey yara bandını çekmektir."