"Elbette. Elbette, Mia." Ben gözlerimin şimdiden kızarmaya başladığını hissederken o elini omzuma koyup hafifçe sıktı. Gözlerimi ona çevirdiğimde derin bir sesle, "Daha önce de söylediğim gibi, ben buradayım." O an ne kadar şanslı olduğumu düşündüm ve Tanrı'ya şükrettim. Gerçekten, ebeveynlerimin biraz daha fazla parası olabilirdi ve beni özel bir rehabilitasyon merkezine gönderebilirlerdi. Ya da daha az paraları olabilirdi ve beni tekrar okula gitmeye zorlayabilirlerdi. Buraya gelmeyebilirdim. Ashton'la tanışmayabilirdim. Beni mutlu edecek bir tek şey bile bulamayıp daha da kötüleşebilirdim. Ciddi anlamda kafayı yiyebilirdim. Ama o buradaydı. Ve bunun için minnettardım. Onun omzumu sıkması o kadar güven verici ve rahatlatıcıydı ki her şeyi anlatmak istedim. Ona güvendim. Onu daha çok sevdim. Onu öpmek istedim, ama yapmadım. Yine de güvenim hala tamdı ve her şeyi anlatmak konusunda kararlıydım.
"Bu biraz zor, sen de tahmin edebiliyorsundur. Yani, kimse yaralarını kaşımayı sevmez ama bazen yapman gereken tek şey yara bandını çekmektir. O yüzden başlıyorum." Dediğimde yüzünde bugüne kadar gördüğüm gülümsemelerin en güzelini gördüm. Bu kalbimi daha da fazla eritmişti ama beni germektense daha büyük bir rahatlık duygusu hissetmiştim. Kafamı omzuna koyup ağlamak ve Michael'ın ne kadar büyük bir piç olduğunu anlatmak istiyordum. Ona sarılmak istiyordum. Onun da bana sıkıca sarılmasını istiyordum. Ama şu anda yapabileceğim tek şey konuşmaktı ve onun yüzünü görebildiğim sürece her şeye razıydım.
"Ben okulda pek sevilmiyordum, tahmin edebileceğin gibi. Herkes benimle dalga geçerdi ve... Hayatımda tek bir arkadaşım bile olmadı. Ne kreşte, ne anasınıfında, ne ilkokulda, ne ortaokulda ne de lise de... Yine de beklenilir bir şekilde en zoru liseydi. Büyük ihtimalle hormonlarımın tavan yapması ve ergenlikten döneminden geçmem bunu tetiklemişti, ama tek sorun buydu desem yalan olur Ashton. Biri vardı." Derin bir nefes aldım. Omzumdaki eli yavaşça kendi elime indiğinde yutkundum. Uzun parmakları benim kısa ve tombul boğumlarımı sarmaladığında aldığım derin nefesi geri verdim. Birkaç saniyeliğine bana odaklanmış olan gözlerine baktıktan sonra tekrar konuşmaya başladım. "Bu kişiyle asla Disney filmlerindeki gibi bir aşk hikayesine sahip olmadık, ya da herhangi bir Friends with Benefits durumu. Bu kişinin varlığımdan bile haberi olduğuna şüpheliydim. O gerçekten mükemmel görünüyordu. Bilemiyorum. Götün teki olduğunu o bana bunu yapmadan önce de biliyordum sanırım. Sonuçta okuldaki 'kötü çocuklardan' biriydi. Ama melek gibi görünüyordu. Ayrıca sanırım grupları karşı bir zaafım var çünkü o gitar çalıyordu. Ve sanırım konserlerine gittiğimde ona bu kadar takıntılı oldum, bilemiyorum. Her neyse. Onun bir kız arkadaşı vardı ve, Tanrı'm, Afrodit'i kıskandıracak güzellikteydi. Herkes gibi benden nefret ederdi. Ve bir gün, bir şekilde onu sevdiğimi öğrendi. Beni... bütün okulun önünde rezil etti. Ki bu onun günlük olarak yaptığı bir şey sayılabilirdi. Mesela bazı insanlar 'kahve içmeden bir gün geçiremem' derler. Hayley Stewart'ın söyleyeceği şey 'Mia'yı küçük düşürmeden, ya da ondan ne kadar nefret ettiğimi tüm okula duyurmadan yatağa gidemiyorum' olabilirdi. Ancak sanırım beni bu hale getiren şey, O'ydu." Göz yaşlarımı tek elimle sildim. "Beni... hayatı boyunca fark etmemiş birinin, ve benim neredeyse taptığım birinin; benim hakkımda yaptığı ilk yorumun, ya da beni fark ettiğinde söylediği ilk şeyin... Tanrı'm. Benden nefret ediyordu Ash. Beni tanımamasına rağmen benden nefret ediyordu ve bu anlamsızdı. O'nun farklı olduğunu düşünmek istedim, çünkü o çok güzeldi. Ama o da diğerleri gibiydi." Devam etmek isteyip istemediğimi bilmiyordum. Gözyaşlarımın hızlanmaya başladığını hissettiğimde hırkamın kolunu yüzüme bastırdım. Elini elimden çekip bu sefer sırtımın arkasına götürdü ve beni kendine bastırdı. Kolu beni kavrarken ne kadar müthiş hissettirdiğini tarif edemezdim. Şu an bir sürü duygu birbirine karışıyordu ama aynı zamanda çoğu yok oluyordu. Geçmişi hatırlamanın verdiği acı, hayal kırıklığı ve kızgınlık onun kollarının arasında uçup gidiyordu sanki. Beni bu kadar mutlu edebilmesi beni şaşırtıyordu. Kendim de dahil kimse beni bu kadar mutlu etmemişti.
Ben de onun bana verdiği rahatlık ve histen cesaret aldım ve kollarımı ona doladım. Beni daha sıkı sardı. Bu çok güzel bir andı. Zaman durmuş gibi hissediyordum.
Bir süre öyle kalmıştık. Ne kadar uzun olduğunu hatırlamıyordum ancak hayatımın geri kalanında öyle durabileceğimi biliyordum.
∞
Birlikte gölden hastaneye yürüdük. Bu yürüyüş boyunca elini omzumdan ayırmadı. Onun vücut sıcaklığını hissetmek beni rahatlatıyordu. Beynim durmuş gibiydi, ne olduğunu hatırlamıyordum, şu an ne yaşadığımı bilmiyordum ama çok iyi hissediyordum. Biraz utanmış gibiydim ama o beni anlıyor gibiydi. O benden daha kötü şeyler geçirmişti. Yani, şu anda ondan nefret etsem de Michael, ben onu severken ölse-delirirdim diyecektim ama bu durumda biraz tuhaf kaçardı. Yani biz "deli hastanesindeydik". Yine de demek istediğim, ben böyle şeyler yaşasam ve her şeyden şikayet eden ergen bir kız bana gelip "sevdiğim çocuk beni sevmiyor, bu yüzden kendimi öldürmeye çalıştım." Dese ondan nefret ederdim herhalde. Ama o şu anda kolunu bana sarmıştı ve beni tekrar hastane odamın önüne bırakmıştı.
"Sen harikasın Mia, tamam mı?" Bunu söylediğinde hafifçe güldüm ve görünebildiğim kadar şirin görünmeye çalışarak,
"Teşekkürler." Dedim. Gülümsedi ve bana doğru eğildi.
Beni öptü.
Yanağımdan.
"İyi geceler."
"İ-yi geceler."
offfffFFFFFFF çok kısa ve iğrenç oldu ve çok geç geldiğinin farkındayım ama gerçekten bu hikayenin nereye gittiğini bilmiyorum artık. aslında biliyorum finalde ne olacağını falan. daha uzun yapmayı planlıyodum. ama 20. bölümde falan final gelebilir :( zaten çok iğrençleşiyo sizi de fazla tutmak istemem, eğer 20 yetmezse belki 25 falan olur ama daha fazla olamaz. neyse. çok özür diliyorum. :( sizi seviyorum, as always xx
ŞİMDİ OKUDUĞUN
∞ broken ones ∞ || a.i. ||
Fanfiction"kimse yaralarını kaşımayı sevmez, ama bazen yapman gereken tek şey yara bandını çekmektir."