2.6

892 114 81
                                    

Bir gece yarısı söylenen sözler,
Süslüyor umut dolu hayallerimi,
Boş yere verilen çeldirici yeminler,
Hatırlatıyor bana katran karası kalbini.

Bir çiçeği büyütmek zahmetlidir. Toprağa ektiğin tohumuyla filizlenmesini beklemek, bakımıyla ilgilenmek, her gün aksatmadan suyunu vermek, sevgi sözcükleriyle bir an önce büyümesini dilemek emek isteyen bir iştir. Sırf onunla konuşabilmek için zaman yaratır, bu işe vakit ayırırsın. Her gün biraz daha uzamasını görmeye can atar, çiçeğine bakarken saatlerin nasıl geçtiğini anlamazsın. Senin canın haline gelir, ne ara böyle benimsediğinin farkına varamazsın. Yavaş yavaş çaktırmadan içine işler, artık bu zaruri gerçekten kurtulamazsın.

İnsanlar da böyledir aslında. Emek ister. Tıpkı bu çiçek gibi günlerce, aylarca, yıllarca bakılmayı arzulayarak emek ister. Hayatının her anını kendisiyle geçirmeni yeğler. Gün geçtikte daha çok ilgilenmeyi, daha çok vakit geçirmeyi gönülden hayal eder. Sevgi ister. Sevilmek ister. Çok sevilmek, sanki bu sevgiyi kaybetmeyecekmiş gibi sonsuza dek sevilmek ister. Sevmeyi belki fakat en çok sevilmeyi. Evet, en çok sevilmeyi ister.

Ama bunu hak etmek gerekir. Çünkü bir çiçeği büyüttüğün zaman sana nadide bir görüntü sunarak en eşsiz yapraklarını senin için ayırır. Ona verdiğin bu emekle o kadar güzelleşir ki sadece senin olur. Senin çiçeğin olur, başka hiç kimsenin değil. Sadece senin. Bu, hak edilmiş bir ödülden daha fazlası değildir. Zira o çiçek senin ilgin sonucu bu durumdadır.

Canımdan çok sevdiğim kişi bir keresinde bana bu örneği vererek bir yandan siyah saçlarımı okşayıp bir yandan da konuşmasına devam ederek "O yüzden güzel kızım bir insanı sev, çok sev ancak bu sevgini günün sonunda sana bu hoş çiçek gibi etkileyici bir duygu yaşatacak kadar hak eden birine ver. Eğer tam tersi yaşanırsa," demişti günlerce o çiçek gibi bakımını üstlendiğimiz ama bir türlü büyümeyip mücevherini bizimle paylaşmayan diğer çiçeği gösterirken. "Tıpkı bu çiçek gibi solan sen olursun."

Peki ya parmakları arasında kaybolan elimi ısrarla bırakmayıp tutmayı sürdüren kişi benim sevgimi hak edecek birisi miydi? Eğer o çiçeğe gösterdiğim özeni ona da gösterirsem geçmişinde kaybettiği ve hâlâ oralarda bir yerlerde yaşadığına inandığım o küçük çocuğu geri getirip özünü bulacak mıydı?

Salondan dışarı adım atarken söylediklerime kulak asmadan beni çekiştirmesini izlemekle yetindim. Birkaç insan merakla nelerin olup bittiğine dair bize bakarken o hiç kimseyi umursamadan avuç içinde kalan elimi sımsıkı sarıyor, bir yandan da canımı acıtmamak adına oldukça narin hareketler sergiliyordu. Sanki bana fiziksel olarak zarar vermekten çekinir bir hali vardı, bu birkaç gündür gözümden kaçmamıştı ve yumuşak dokunuşları da bu düşüncemi kanıtlar nitelikteydi.

"Jungkook," dedim bir kez daha elimi onun elinden kurtarmayı deneyerek. "Bırak beni." Ancak o yine görmezden geldi ve kapının dışına adımlayarak hızını arttırdı. Neden böyle davrandığını anlamıyordum, kafayı yemiş gibiydi. Ayrıca beni nereye götürdüğü hakkında da hiçbir fikrim yoktu, üzerimizde bu kıyafetler bulunuyorken nereye gidebilirdik?

Binayı terk etmeden önce salonun dışında kalan ve yukarıya açılan iki tane merdiven girişi bulunuyordu. Elimi bırakmadan sola doğru dönerek beyaz renginin üzerine altın sarısı motiflerle süslenmiş merdivenden yukarı çıkmaya başladık. Hatırladığım kadarıyla geldiğimiz bu yer sadece özel günler için ayarlanmış mekanla kalmıyor yurt dışından gelen yabancıları iyi bir şekilde karşılamak adına otel işlevi de görüyordu.

Aklıma üşüşen fikirle kaskatı kesildim, bu sefer daha kararlı davranarak dudaklarımı oynattım. "Ne yapmaya çalışıyorsun, anlamıyorum fakat bir daha söylemeyeceğim Jungkook." Sesim gitgide yükseliyordu. "Bırak beni, seninle gelmek istemiyorum."

one of these nights • rosékookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin