İnsanları incitirsin.
Ama aslında sen incinmişsin.
Ne kadar acıttığını bilirsin.
Yine de vazgeçmezsin.Çocukluğumun hatırasından kalma, çok sevdiğim ve asla okumaktan bıkmadığım, Küçük Prens kitabında bir söz geçer. Geçmişi hatırlatır, geleceği şimdinin üstüne yıktırır. Harfleri okuduğun vakit seni yerle bir eder, tüm doğru bildiğin gerçekleri tek kalemde siler. Kalbine daha önce hiç tatmadığın duyguları yükler, diğerinin aksine sağlam bir gelecek inşa eder. Sen yanlış öğrendiğin kurallarınla kalırsın, yaptığın hatalara geriden bakarsın. Ve o an mazi kabuk bağladığın yaraları deşerek acıtır, diline dolanan cümle yüreğine oturan ağırlıkla kalbine doğru yol alır. "En iyi yüreğiyle görebilir insan. Gözler asıl görülmesi gerekeni görmez."
Gözlerimizi bu fani dünyaya açtığımızdan beri ne yazık ki geçmişten bugüne kusursuz insan yoktu. Herkes geçmişinde sebep oldukları ile bir bir yüzleşmiş, kimi vicdanın sesinin getirdiği pişmanlıkla kavrulurken kimiyse umursamadan yoluna hiçbir şey olmamış gibi devam edebilmişti. İnsanların farklı karakteri, farklı düşünceleri, farklı görüşleri ve bu üzerinde yaşadığımıza kıyasla apayrı bir dünyası vardı. Onları herhangi bir kalıba sokamaz, tabularına göre sınırlandıramaz, bu böyle olmalı hayır seninki yanlış doğru davranmıyorsun diyemezdin. Çünkü senin yanlış bildiğin onun doğrusu, senin doğrunsa onun yanlışı olabilirdi. Ve kişinin özümsediği yaşantısını eleştirip hatalandırmak yerine buna uygun panzehir bulunmalı, öyle tedavi edilmeliydi.
Bu gerçeklik suratıma çarptığında 10 yaşıma girmeme sadece birkaç ay kalmıştı. Sadece birkaç ay. Ve acı 10 yaşım. Bir zamanlar evim diye çağırabildiğim yerin en hoşlandığım odası olan boydan boya kitaplarla döşenmiş raflarında gezinirken sarışın bir oğlan çocuğunun kapağını süslediği beyaz renklerin ağırlıkta olduğu bir kitap karşılaşmış, tıpkı Alice Harikalar Diyarındaki gibi anında dikkatimi çekmeyi başarabilmişti. Bana o sıralarda değişik gelen uzunca merdivenden temkinli bir şekilde çıkarak gözüme kestirdiğim raftan kitaba uzanmış, minik ellerime kitabı kollarımın altına yerleştirerek indikten sonra doğruca okumak için kanepeye koşmuştum.
Vaktin nasıl geçtiğini anlamamış, bendeki zaman kavramını yitirerek yine sayfaların içine hapsolmuştum. Ve kitabı bitirdiğim anda kafamda bir ton soru oluşmaya başlamışken beni etkileyen bir söz vardı ki, diğerlerini atlayıp üstünde durmadan geçmem bunun için maalesef geçerli olmamıştı. İşte o gün filizlenmeye can atan yeni bir düşüncenin temelleri atılmış, sağlamlığı geçmişe dayandırılmıştı.
"En iyi yüreğiyle görebilir insan. Gözler asıl görülmesi gerekeni görmez."
Çocuk aklı işte, o gün kafam bir hayli karışmış olmalı ki kendime sorduğum ilk soru acaba benim yüreğim var mı olmuş, başımı hafif sağa doğru eğerek karnıma doğru bir şeyleri görürüm umuduyla bakmayı ihmal etmemiştim. Ancak beklenildiği gibi hiçbir şey görememiş, hayal kırıklığı ile düşen omuzlarımla bu beni daha da çıkmaza sürüklerken günlerimi hatta haftalarımı bu sözü anlamak uğruna devirmiş, meşgul etmediğim insan parçası kalmamıştı.
Şimdiyse akrep yelkovanı yakalayıp gittikçe zaman ardına bile bakmayarak akarken geçmişten bu yana kendi hayatımda içselleştirdiğim bu söz son günlerde gün yüzüne çıkarak her hareketimi sorgulamama neden oluyor, gitgide beni ağına alarak kapana sıkıştırıyordu. En iyi yüreğiyle görebilir insan. Gözler asıl görülmesi gerekeni görmez.
Onunla olan son konuşmamızdan sonra mantığım ve kalbimle yalnız kalarak kendimle bir hesaplaşma sürecine girmiş, söylediğim her sözü ve yaptığım her hareketi tartarak geçmişi sürekli başa almış, inzivaya çekinmekten kaçınmayarak küçük bir detayı bile atlamamaya özen göstermiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
one of these nights • rosékook
Fiksi Penggemarve o gökyüzünün parlak yıldızları altında insanları büyüleyen sesin piyanonun başında söylediği son cümle küçücük kız çocuğunun uykuya dalmadan önce mırıldandığı söz ile aynı oldu. "bu gecelerden birinde yeniden buluşalım." - jungkook×rosé fanfict...