0.5

1K 121 16
                                    

En gizli ölümler,
Güzelliğin zerafetinde saklıdır.
Senin pençene yapışmış seçenekler,
Belki seni karanlıktan çıkaracak olandır?

Kırmızı ışıklar. Siyahın içine karışmış olan kırmızı ışıklar. Bana ölümü hatırlatan o kan kırmızısı. Gökkuşağının içerisinde nefret ettiğim tek renk.

Bir renk bile beni zamanın gerisine götürebilirken anılar gözümün önünden bir film şeridi gibi geçiyor, bulunduğum yeri unutmayı bırak kendimi bile kaybedebiliyordum. Geçmişin derin çizgilerinden kopamıyordum. Bir parçam hep mazi de yaşamayı seçerken ruhumu feraha erdirecek sahnelere tutunmayı umuyor lakin zihnime üşüşen sadece kalbimi daha fazla yaralayacak kötü hatıralardan birkaç tanesi oluyordu.

Kırmızı benim için hayata gözlerini yumduğun o vakitle eş değerdi. Kaza yapan bir ailenin aynı zamanda nasıl mahvolduğunu gözler önüne sererek anlatırdı. Kimse dinlemez veya umursamazdı ancak birileri asla unutmazdı. Ve o birileri kazanın gerçekleşmesinden birkaç saat önce o zamanı diri tutacak fotoğraflar görürdü, aynı o anki gibi dolan gözleri ve acıyan kalbiyle yine üzülürdü. 

Bakışlarımı alan kırmızı ışıklara bakmamayı yeğleyerek dikkatimi karşımdaki insana verdim. Gözlerini odadaki karanlığa rağmen seçebiliyordum. Ve o kadar ciddi bakıyordu ki bu gözler resim odasında gördüğüm karanlık gözler kadar ciddiydi.

"Sevgilim," diye narin bir ses duydum yanımdaki taraftan. "İşte seninle tanıştırmak istediğim ve bahsettiğim kişi, Rosé." Gülümsemeye çalıştım. Fakat Kim Namjoon o kadar sert duruyordu ki bir nebze de olsa korkmuyor değildim. Yapısı mı böyleydi yoksa Hannah'ın anlattıklarından dolayı bana kızgın mıydı? Birincisinin olmasını istiyordum ancak bu bakışlar ikinci seçeneği kanıtlar nitelikliydi.

Bir, iki öksürük bıraktı ortama. Boğazını temizledi, pantolonun cebine sıkıştırdığı ellerini serbest bırakarak dudaklarını araladı. "Hoşgeldin Rosé." Selam vermek için başımı oynatarak bedenimi hafifçe eğdim. Gerildiğimi hissediyordum, bu garipsediğim kasvetli ortam daha ne kadar sürecekti?

"O zaman..." Diye mırıldandı Hannah neşeli tınıyla gergin havayı biraz dağıtmak istercesine. "Ben sizi yalnız bırakayım." Namjoon'u bana tanıtma zahmetinde bulunmamıştı sevgili Hannah çünkü sevgilisini tanıdığımı düşünüyor en azından ismini ve ününü duyduğum gerekçesine sığınıyordu. "Rosé," diyerek tekrar bana seslendiğinde bakışlarımı kendisine sabitledim. "Namjoon'a çoğu şeyi anlattım ancak bir de senden dinlemek istiyor. Bu karar verme sürecinde sana yardım etmeye çalışacak." Dediklerine sessiz kalarak kafamı sallamakla yetindim. Aklına gelmiş olacağım ki bir açıklama gayretinde bulunmuştu, ne güzel.

"Pekâlâ. Ben artık gideyim." Hannah dudaklarını yukarıya kıvırdı "Kararını daha doğrusu olumlu kararını duymak için sabırsızlanıyorum Rosé." Son kez insanın içini ısıtan bakışlarıyla üzerimde hakimiyet kurduktan sonra Namjoon'a döndü. "Ve sevgilim," dedi iri adamın yanağına bir öpücük kondurmak için hafif yükselerek. "Onu fazla haşlamamaya çalış."

Korkmalı mıydım? Evet, kesinlikle korkmalıydım. Hannah yanımızdan ayrılırken kapının kapanma sesi kulaklarıma doldu. Derin bir nefes aldım. Gitarımın ellerimden kayıp yere düşmemesi için mücadele verirken Namjoon bana arkasına dönerek "Şuradaki kanepelerden birine geçebilirsin." Dedi. Söylediklerini uygulayarak gözlerimle aynı renk olan kanepenin sol tarafına oturarak gitarımı yanıma koydum, ayrıca şapkamı çıkartmayı da ihmal etmemiştim.

Benim aksime Kim Namjoon bembeyaz kağıtların dağınık bir halde saçıldığı ve üzerine raple ilgili birkaç alet konulmuş masanın hemen yanında duran sandalyeye oturarak yerini aldı. Şuan resmen annesinden azarı yiyecek çocuk gibiydim, Hannah'ın beni düşürdüğü bu duruma inanamıyordum.

one of these nights • rosékookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin