"sevdin mi?" sorar gözlerle ona baktım. elbette sorunun cevabını biliyordum, o da bildiğimi biliyordu ama yine de asla vazgeçmiyorduk bundan. ona yaptığım omleti yiyordu, daha doğrusu yiyorduk. başını sallayarak beni onayladığında önüme dönmüştüm. cevap vermeyeceğini düşünüyordum ama masanın altından bacağıma dokunmuştu.
"yemekten sonra iskeleye gideceğim. geliyor musun?" gülerek ona yaklaştım. "gelmeme gibi bir şansım var mı?" güldü. o kafasını iki yana sallarken ben çoktan ayağa kalkmıştım.
"bu şortları nereden buluyorsun bilmiyorum ama tüm kıçını görüyorum." şaşkınca merdivenlerden çıkarken ensemi kaşıdım.
"bakmazsan görmezsin jungkook." kolunu omzuma attığında beni kendine çekmişti. fazla sırnaşıktı, çok fazla hem de.
dayanamayıp tekrardan konuşmak için dudaklarımı aralamıştım. "kendi evimde şort giyemeyecek miyim?" sesli bir şekilde güldüm. "sen iç çamaşırıyla geziyorsun jungkook." mırıldanarak beni onaylamıştı. "hoşuna gidiyor itiraf et." omuzlarımı silktim.
"daha farklı adamlardan hoşlandığımı biliyorsun." bir şey demedi ve kahkaha attı sadece.
fazlasıyla haklıydı da. muhtemelen içten içe bana gülüyordu. ben olsam ben de gülerdim, her şeyi belli ediyor ve ısrarla mahvediyordum çünkü.
"duş almak istemiyorum." dolaptan kendime başka bir şort çıkartırken onu arkamda bırakmıştım. ben yanıma temiz bir iç çamaşırı alıp banyoya ilerlerken jungkook yatakta uzanıyordu.
"neredeyse iki yıldır aynı evde yaşıyoruz ve sen hâlâ daha seni iç çamaşırıyla görmeme utanıyorsun. her böyle söylediğimde de bana mahremiyetinden bahsedip konuyu dağıtıyorsun." aralık kapıdan kaşlarım çatık bir şekilde ona bakarken yumruğumu sıkmıştım. o ise halinden memnun bir şekilde gülüyordu.
"benim mahremiy-" dudaklarımı sinirle birbirine bastırırken kapıyı sertçe kapatmış ve içeride kalmıştım. istemeden aynaya baktığımda kaşlarımın hâlâ daha çatık olduğunu fark etmiş ve arkamı dönmüştüm. "şu çocuk."
utancımı sinirle bastırmaya çalıştığım için yanaklarımın yandığını yeni yeni fark ediyordum. sakince üzerimdekileri değiştirdikten sonra aynaya bakmış ve yüzüme su çarpmıştım. doğrusu hiçbir işe yaramamıştı. yanaklarım jungkook'un ailesinin evindeki bahçede ekili duran domateslerden farksızdı.
iğrenç görünüyordum.
sakince banyodan çıktığımda odanın içinde boş yere duran aynalı bir masanın karşısına oturmuştum. çok geçmeden sandalyem hareketlendiğinde jungkook'un beni kendine doğru çevirdiğini fark etmiştim.
bir şey söylemeden kafasını bacaklarıma koyduğunda ellerimi nazikçe saçlarına yerleştirdim. sol eli ile şortun açık bıraktığı bacaklarımı okşadığında kafamı geriye attım. "gıdıklanıyor." elleri bu sefer şortumdan içeriye girdiğinde sesli bir kıkırdadım.
"neden beni elliyorsun?" kafasını yavaş bir şekilde bacaklarımdak kaldırırken omuzlarını silkti. "bacaklarının bir erkeğe göre aşırı yumuşak ve güzel olması sinirlerimi bozuyor." o kalktığında ben de ayağa kalkmıştım ve birlikte odadan çıkmıştık. hızlı bir şekilde hazırladığım piknik sepetini elime alırken kapının önünde beni bekleye jungkook'un yanına ilerledim.
"jungkook, muffin alalım mı?" gülerek beni onaylarken eğilip ayakkabılarımı giymeme yardım etmişti.
bazen neden evli çiftler gibi olduğumuzu anlayamıyordum. çünkü genelde tek yaptığımız birbirimizle tartışıp, laf soktuktan sonra salonda öylece oturmak oluyordu. tabii daha sonra otururken bile bir şeyden kavga çıkartıp birimizin salonu terk etmesine neden oluyorduk.
bir süre sonra elimdeki sepeti almak istediği için küçük bir tartışmanın içine girmiştik. her zaman olduğu gibi inat edip sepeti ona vermediğim için şu anda bir kolunu o, bir kolunu ben tutuyordum. çocuk gibiydik yani işte.
bize yakın olan fırına girdiğimizde öne atlayarak bir sürü muffin almıştım. çalışan muffinleri kese bir kağıdın içine koyduktan sonra bana uzattığında gülerek elime almış, içinden bir tanesini alıp yemeye başlamıştım çoktan. belimden çekildiğimi hissettiğime hızla arkama doğru yürürken önüme geçen jungkook'a baktım. ücreti ödedikten sonra yerde duran sepeti eline almış ve beni kalçalarımdan iterek dükkandan çıkarmıştı.
"yer misin?" elimde duran muffini ona doğru uzattığımda hızla kafasını çevirmişti. "neden yemiyorsun, ağzım değdi diye mi?" kaşlarını çatarak bana baktığı sırada somurtarak önüme dönmüştüm. "iyi ver bir tane." omuzlarımı silktim. "vermeyeceğim, kendin ye."
biz iskileye çoktan vardığımızda çimenlere çizgili bir sofra bezi sermiş ve üzerine uzanmıştım. "yüzün yanacak, çok güneş var." güneşten dolayı kısılan gözlerim birden rahatlarken elini yüzüme doğru tuttuğunu fark etmiştim. elimin tersi ile elini sertçe ittiğimde bu sefer diğer elini uzatmıştı. yan bir şekilde ona arkamı döndüğümde kendi kendine mırıldanıyordu. "bu kadar şeyi kim yiyecek?"
"ben yiyeceğim." yanımızda duran ağacın altında yeni yeni açan çiçekleri gördüğümde gülümseyerek yattığım yerden doğrulmuştum. "ne kadar güzeller." dizlerimin üstünde onların yanına doğru ilerlerken gülümsüyordum. fazla gülümsüyordum hatta, o iğrenç diş etlerim bile görünüyor olabilirdi hatta.
"mis gibi kokuy-"
"gel şuraya hadi. bu yemekleride onlara yedir istersen?" söylediklerine gözlerimi devirirken tekrardan çiçeklere odaklanmış ve elimi yapraklarına dokundurmuştum. "birazdan yine gelirim."
jungkook hazırladığım sandviçlerden bir tanesini bana doğru uzatırken sakince elinden almış ve ısırmıştım. tekrardan yere uzandığım sırada beni kendine çekmiş ve onun bağdaş kurduğu bacaklarına yatmamı sağlamıştı. "uykum geldi." elini saçlarıma yerleştirirken bana baktı. "biraz dayanır mısıın? şurada vakit geçiriyoruz."
"ben sana, sen benim yatağımda daima başkalarıyla vakit geçirirken vaktimizi hatırlatmıyorum." gözlerini devirdi. "kıskanıyor musun beni, ağzından düşmüyorum." hızla yerimden doğruldum. elimdekini yere bıraktıktan sonra ona bakmıştım.
"elbette hayır!" gülerek bana yaklaşırken elini yanağıma uzattı. bir şey demeden yanağımı okşadığı sırada şaşkınca ona bakıyordum. bir şey demeden ayağa kalkarken kafamı kaldırıp yüzüne bakmıştım. "gel benimle." elini bana uzattığı sırada hızlıca oan tutunmuş, ayağa kalkmıştım.
fazla duygu değişimi.
sana nasıl hayır diyebilirim?
bizi iskeleye götürürken arkasından ona bakıyordum. iskelenin önüne oturduğu sırada onun yaptığını yapmış ve yanına oturmuştum. daha sonra ayakkabılarımı çıkarttığımda ayaklarımı sakince denizin içine soktum.
"yarın bir yere gidebilirim." gözlerim ona dönmüştü. tabii, giderdi zaten hep. beni asla şaşırtmazdı. "nereye, bir arkadaş mı yine yoksa?" belli belirsiz bir şekilde güldü. bir şey dememişti ama kafasını sallamıştı. gözlerimi devirdim, bundan nefret ediyordum. beni evde tek başıma bırakmasından nefret ediyordum.
"ne zaman döneceksin öyleyse?" omuzlarını silkti. "birkaç gün sonra, belki. daha da uzayabilir." kafamı sallayarak onu onayladım. istemesem bile kaşlarım tekrardan çatılıyordu.
seninle birlikte sadece bir hafta geçiremiyor olmaktan nefret ediyordum.
ihtiyaçlarını zorunluluk haline getirdikten sonra her defasında bu şekilde kaçmandan nefret ediyordum.
"eve gidelim." gözleri birden şaşkınca açılmıştı. muhtemelen yüzümdeki ifadenin kızgınlık mı yoksa üzüntü mü olduğunu anlamaya çalışıyordu ama o da bilirdi ki, asla anlayamazdı.
"birden eve gitmeye karar vermeni sağlayan önemli bir durum var mı yoongi?"
"yerleri süpüreceğim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
başıbozuk saksılar, yoonkook
Hayran Kurgujungkook, yoongi'nin mini şortlarından nefret ederdi. yoonkook + düzyazı