Entering to the Sin

1.6K 85 34
                                    

Merhaba arkadaşlarım,

İçeriği vampir ağırlıklı bir hikaye yazmak istediğimden bahsetmiştim ve nihayet ne tür bir anlatım kullanacağım ile nasıl bir olay örgüsü seçeceğimi kesinleştirdim.

Threesome biteceği ve angst olmayacağı kesin olan bu hikayede, çiftlerin birbiri ile yavaş yavaş yakınlaşması sebebiyle ilk bölümlerde Minho'yu hiç göremeyebiliriz. Zaten Vampirle Görüşme filminden esinleneceğim için bu nokta dahil küçük birkaç kısmı onunla paralellik gösterecek.

Her zamanki gibi uyarım: Çarpık ilişkiler, sağlıklı olmayan iletişim ve etkileme biçimleri, şiddet ve kan, vampir ile kurban bulunmaktadır. Eğer fazla hassas bir yapıya sahipseniz okumayabilirsiniz.

Not: Profilimde birden fazla kitap olduğu ve yeni konular aklıma geldikçe ağırlığı son kitaplara verdiğim ve ilk kitaplara yeni bölüm atma süresini uzattığım için lütfen bana kızmayın:( Her kitap için talebinizi görüyor ve çok mutlu oluyorum ama biraz maymun iştahlı ve sabırsız olan bu yazarınızı bağışlayın lütfen~

Bu kısa tanıtım bölümü için şimdiden iyi okumalar~
...

14 Ağustos 1996

Bu kelimeler, sonsuza dek eşlerim olarak kabul ettiğim Hyunjin ve Minho ile tanışma hikayemin ilk adımlarıdır.

Onlarsız yaşayamayacağımı anlamam için çektiğim zorluklar ile onlarla birlikteyken yaşadığım sancıları birbirinden çıkarabilseydim eğer, şüphesiz ki yokluklarının eksikliğini hiçbir şekilde dolduramayacağım sonucuna ulaşırdım.

Şimdi onlar kaldığımız otelin yan odasında birlikte eğlenirken, ben fırsatını bulduğum sessiz ortamda tüm bu olayların başına dönerek anlatmaya başlayabilirim.

Bahse konu olayların başlangıcı, hatırlayabildiğim kadarıyla 1740 yılıydı.

Henüz 24 yaşımda ve hayatımın en dinç zamanlarından birindeydim. Rus Çarlığı'nın Doğu Asya taraflarında ailemden kalma bir konak ve içinde kız kardeşimle birlikte sıradan bir hayat sürüyordum. Geniş arazisinde tarım ürünlerini ekip biçmek, binanın ilk katını şölen ve kutlamalar için başkalarına kiralamak, bir de bilime hizmet etmek için yeni kurulan yüksekokullarda araştırma biriminde çalışmakla iyi bir şekilde geçiniyordum. Konağın içinde yardımcı işçiler ile yönetim ve üretilen malları satmakla birlikte ticari alanlarda gelişmişliğim vardı. Okumak ve araştırmak kız kardeşimden sonra en önem verdiğim şeylerdi. Onun ve kendim için iyi bir gelecek inşa etmek adına çabalayıp duruyor, güzel gülümsemesinin solmaması için uğraş veriyordum.

Çalıştığım üniversite temeli yeni atılmış ve gelişmekte olan bir okuldu. Yüzlerce alanda araştırma yaparak bilgiler edinmek, hem öğrenci hem de araştırmacı olan bizler için ilk hedefi oluşturuyordu. Ülkenin değişmekte olan konut yapısı ve milletin içindeki ırk çeşitliliği ilgimi çekiyor, Rus ve Kore melezi olan kız kardeşim ve benim için de ülkede daha iyi şartların sağlanması için uğraş vermeme sebep oluyordu.

Babam kentteki Rus nüfusundan bir birey, annem ise Kore'den Rus çarlığına gelmiş bir ziyaretçiydi. Birbirlerini severek evlendikleri mutlu bir birliktelikleri olsa dahi ne yazık ki zavallı annem, kız kardeşimin doğumunda yaşamını yitirdi. Onun yüzünü zorlukla hatırlayan benim için büyük bir keder olsa da, bu acıyı kardeşim kadar yoğun bir şiddette yaşayamazdım. O annemi hiç görmemişti. Babam ise bundan birkaç yıl öncesine kadar sağlıklı iken, şehirde yayılan veba ile hasta düşüp güçsüzleşti. Bana her zaman yerine geçebilecek kadar aklı selim ve becerikli olduğumu telkin eder dururdu, ve sonunda o günün geldiğini hissetmeye başlamıştım. Hastalığı boyunca onunla görüşmemize izin verilmedi zira veba korkunç sinsi bir lanetti. Öyle hızlı yayılır ve insan ayırt etmezdi ki kabuslar bile ondan korkardı.

Acı gün geldi, ve babamı kaybettiğimi öğrendim. Artık koca konakta yalnızca kız kardeşim ve ben vardık. Hizmetçiler her zamanki işlerine devam ettiler ancak benim üzerimdeki sorumluluk ani bir biçimde arttı. Çok daha dikkatli olmalı ve elimden gelenin en iyisini yaparak avucumuzdaki malları idare etmeliydim, bunun için daha az kayıp riski olan ve gittikçe daha da değerlenen eğitime yöneldim. İlçelerde araştırmalar yapıyor, insan ve fizik bilimlerinde gözlemlerim ile hesaplamalarımı uyuşturmaya çalışıyordum. Haftalar akıp gidiyordu ve konaktaki işler de bir şekilde rayına oturdu.

Günlerden birinde ise köylüler tarafından, kulağıma bir söylenti çalındı.

Vadinin ucunda bulunan eski bir şato hiç uğrak bir yer izlenimi vermemekle birlikte, söylenene göre oraya aralarından gidebilen hiç kimse olmamıştı. İçinde birilerinin yaşadığından bile emin olamayan köylüler yüzlerce efsanevi olay türeterek mevkiinin büyülü ya da perili olduğundan dahi bahsedecek kadar ileri gidiyorlardı. Daha oraya varamadan yoldaki korkunç yaratıklar tarafından bertaraf edilmek, şatonun içindeki insan yutan yaratık tarafından bertaraf edilmek, ya da gidip dönmeyi başarabilirlerse aklını kaçırarak tanrı tarafından bertaraf edilmek. Her biri korkularının ürünüydü ve ben elbette ki bunlara inanmadım. Elle tutulur olmayan ne varsa gerçekliğe aykırıydı, bilgisizlik ile kulaktan dolma dedikodulara olan hayranlık halk arasında çığ gibi büyüdükçe de gerçeklikten uzaklaşıp kopukluk yaşanırdı.

Yine de bu olay sayesinde, milletime faydalı olabileceğim bir fırsat doğmuştu bana.

Hem tarihi bir yapı olabileceğini göz önünde bulundurarak araştırma hevesim, hem de köylülerin merakının bana da bulaşması ile görme isteğim körüklenerek olası bir sahibi varsa diye şatoya mektup yolladım. Sakıncası yoksa belli bir süreliğine ziyaretçi olabileceğimi, tüm masrafları kendim karşılayarak sahibine yük olmayacağımı ve yapının tarihi hakkında bilgi almaktan mutluluk duyacağımı anlatan bu kağıt parçası, günden güne kendini unutturup izini kaybetmeme sebep olduğu için okunduğundan bile emin olamadığım şekilde büsbütün ortadan yok olmuştu sanki.

Ne şatoya giden postacıdan haber alındı, ne de başka bir görevli ile yanıt mektubu yollandı.

Çevresindeki herkes mektubu iletmeye giden adamı bir daha görmediğini söylüyor, şatonun tehlikeli oluşunu kendilerince kanıtlayacak bir başka sebep bulduklarını savunuyorlardı. Baştan beri yaptığım gibi bu söylentilere yeniden kulak asmayarak kararım üzerinde ısrarcı oldum, fakat tekrar posta yolunu denemek için fazla sabırsızdım, çünkü yanıtın gelmesi günler alabilirdi. Üstelik bir daha kimse oraya kendi rızaları ile gitmeye yanaşacak gibi de durmuyordu.

Böylelikle konaktan bir at hazırlayarak bizzat gitme kararını vermiş oldum.

Şato sahibinin, tıpkı altın sarısı saçları gibi asi ve zincir vurulamaz bir vampir olduğunu o zamanlar bilmiyordum.


...

İlginiz için teşekkür ederim^^

Sinner's Cry | HyunholixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin