18

20 1 16
                                    

Ertesi gün banyo yapmaya giderken, "Eve dönünce yiyeceğin ilk şey ne?" diye sordum. 

"Zor bir soru " dedi. "Güzel bir biftek, bol tereyağlı fırında patates." Özlem dolu bir şekilde, "Tereyağı," dedim. "Hayır," diye devam etti. "En sevdiğim Türk restoranına gider ve kebapla mısır sipariş ederdim." 

"İstanbul'a gittin mi hiç?" diye sordu. "Hayır ama gitmek isterdim. Sen gittin mi?"

"Evet " dedi. Uzun bir an sustu. "Aslında kocamla orada tanıştım." 

"Vay," dedim. İlk kez Sehun'un sevdiği birisini kıskanmıştım. Kocasının ölmüş olması fark etmezdi. Onu veya bir başkasını sevdiğini düşününce canım yanıyordu.

"O zamanlar modeldi. Tıp fakültesinden mezuniyetimle cerrahi stajım arasında birkaç aylık ara vardı." Banyo yaptığımız havuza geldiğimizde bir kütüğün üstüne oturduk ve sularımızı doldurduk. Bakışları, sanki kalbini yerle bireden bir anıyla yüzleşiyormuş gibi kayıp gitmişti. "Junmyeon o zamanlar farklıydı." Adını yumuşak bir şekilde söylüyordu. Bu kalbimi sıkıştırdı.

"Onunla tanıştığımız gece Bebek'te yürüdük," diye devam etti. "Bar ve gece kulüplerinde durduk. Boğaz manzarasını izledik. Büyüleyiciydi." Kütükten bir parça kopardı. "Hep oraya tekrar gitmek istedim ama o istemedi."

"Onu özlüyor musun?" diye sordum. "Onu kısmen özlüyorum," dedi. Kafamı çevirdim, elime uzandı. "Sahip olabileceğimiz şeyi özlüyorum, sahip olduklarımızı değil. Hiç mutlu olamadık, Baekhyun. Olamadık. Onunla evlenmemem gerekirdi. İyi bir yuva kuracak kadar uyumlu değildik. Bunu o da biliyordu, ben de biliyordum."

Bütün bunları sindirmeye çalışarak başımı salladım.Geçmiş hayatlar çok zordu. Benimki onun için daha zordu. Sonuçta ben hala evliydim. Temkinlice, "Chaeyoung'u özlüyor musun?" diye sordu.Yutkundum. Doğru sözcükleri bulana kadar birkaç dakika geçti. "Tabii ki özlüyorum," dedim. 

Sehun başını çevirdi. 

"İkimiz de geçmişi değiştiremeyiz. Olanları, kimi sevdiğimizi, yaptıklarımızı geri alamayız. Tıpkı şimdiki durumumuzu değiştiremediğimiz gibi. Bence hayat eski ve yeni anılardan oluşan komik bir şey. Bazen yan yana olan kareler birbirine uymuyor ama ortaya çıkan şeye bütün olarak baktığında bir şekilde hepsi birbirini tamamlıyor." Bana baktı. "Çok güzel söyledin."

Omuz silktim. "Evet, Chaeyoung'la evlenen adam Chaeyoung'u özlüyor. Ama ben artık kendimin farklı bir versiyonuyum. Sende öyle." Sehun başını salladı. Tişörtünü çıkardı, şortunu da. Çıplak vücudunu gördüğümde olduğu gibi yine kalp atışlarım hızlandı. "Suya gelsene" dedi ve getirdiğimiz sabuna uzandı. Soyundum ve onunla birlikte serin, temiz suya girdim. Tenime değdiğinde harika bir his veriyordu. Suya daldım ve saçımı yıkadım. Sonra nefes almak için çıktım ve Sehun'un vücudunu karşımda hissettim. Güçlü ve emindi, buradaydı. "Senin bu versiyonun beni gerçekten seviyor mu peki?" diye sordu.

Bacaklarımı ona dolarken bana doğru yaslandı. "Evet," dedim. "Hem de çok." Kıyafetlerimizi yıkadık ve kurumaları için kayaların üstüne serdik.

"Çıplak olmak çok komik," dedim. "Eskiden daha utangaçtım. Chanyeol'ün yanında bile üstümü zor değiştirirdim." Chanyeol bana bakarak, "Chanyeol mü?" dedi. "En iyi arkadaşım," dedim. "Gerçekten çok yakışıklıdır. Onun yanındayken kumsalda hep biraz utanırım. O üstüne bir şort geçirince herkesin dikkatini çeken tarzda biridir. Herkesin." Sehun sırıttı. "Belki de sana bakıyorlardır?" 

"Sanmam," dedim. "Chanyeol tam bir meteor. Senden bile uzun. Ama aşk yönünden güzelliğinin ona hiç yararı olmadı. Başarısız pek çok ilişkisi oldu." O anda Chaeyoung'un fotoğraf makinesindeki gizemli adamı hatırladım. Görüntüleri göreli çok uzun zaman olmuştu. Neredeyse hatırlamıyordum bile ama orada olmaları bile ağzımda kötü bir tat bırakıyordu. Bunlardan Chanyeol'e bahsettiğimi hayal ettim. Yüzündeki şok ifadesini, sonra beni rahatlattığını hayal ettim. Margarita içerken, "Chaeyoung asla aldatmaz," derdi. "O aldatan türde biri değil. Ayrıca o sana deli gibi aşık." İç geçirdim. Artık bunların hiçbiri önemli değildi. Sehun gelip yanıma oturdu. "İyi misin?" 

"İyiyim," dedim. "Kıyafetler kurumuştur. Gidelim mi?" Kampa uzun yoldan gitmeye ve değişen bir şey olup olmadığına bakmaya karar verdik. Sehun, "Arada bakmak iyidir," dedi. Ama aslında bazı düşünceleri olduğunu biliyordum. İkimizin de bazen aynı şeyi merak ettiğini biliyordum. Adayı Maka ve bir gemi dolusu iskeletten başka birileriyle paylaşıp paylaşmadığımızı merak ediyordu. Geçen gün kampımıza yaklaşan ayak sesleri duymuştuk. Bunları haftalar önce de duymuştuk. Sehun araştırmaya çıkmıştı ama bu sesi ne veya kim çıkardıysa gecede kaybolup gitmişti. O geceler uyumakta zorlanmıştım. Sehun'un da aynı durumda olduğunu biliyordum. Burada bizden başka insanlar var mı? İyi insanlar olabilirler mi? Sehun, "Bak," dedi. Durdu ve ilerideki kumları gösterdi. "Baekhyun, bunlar ayak izleri." Koştum ve kumdaki izlere baktım. Bunlar ayak iziydi şüphesiz. Ama küçüklerdi, neredeyse çocuklarınki gibiydi. Sehun'la birbirimize baktık. Sonra izleri takip ettik. Palmiyelerin olduğu açık bir alana gidiyorlardı. Hemen ilerisinde, bizimkinden daha detaylı bir ev vardı. Sanki yıllardır buradaymış gibi görünüyordu. Sehun, temkinli bir şekilde, "Merhaba?" dedi. "Kimse var mı?"

İçerde bir hareketlilik duyduk. Sehun'un koluna yapıştım. "Geri dönelim," dedim. "Ya..." 

Tam o sırada evin küçük kapısı açıldı. İçeriden genç bir kadın çıkınca dudağım titremeye başladı. Boyu kısaydı, siyah saçları ve gözleri vardı. Yüksek yakalı, uzun, bej bir elbise giyiyordu. Elbisenin kenarları kadının yaşından eski görünüyordu. Güzeldi. Yaşı on altıdan büyük olamazdı. Sehun tekrar, "Merhaba," dedi.

"Kimsin sen?"

Bize güvenmiyor gibi görünüyordu, tedbirliydi. Yavaş yavaş yaklaştı. Bakışları benimle Sehun arasında gidip geliyordu. Sehun'a, "İngilizce konuşabildiğini sanmıyorum," dedim. Anlamadığımız bir dilde bir şeyler mırıldandı. Sehun, "İngilizce veya korece biliyor musun?" dedi.

"Amerikalılar," dedi ve ayağımıza tükürüp küçük evine geri döndü. Amerikalı değil de Koreli olmamız dışında bir sorun yoktu. Sehun'un elini tutarak, "Hadi gidelim," dedim. Sehun omzunun üstünden baktı. "Bence korktu sadece."

"Olabilir," dedim. "Belki de delidir. Şansımızı denememeyi tercih ederim." 

Sehun gitmek istemiyor gibiydi ama beni takip etti. Makada arkamızdaydı. "Sence buraya nasıl geldi?" diye sordu. Belli ki adamızda başka bir insan olması hala tuhaf geliyordu. Omuz silktim. "Kim bilir?" 

"Ailesi var mı yoksa buraya yalnız mı geldi merak ettim." Durdu ve omzuma dokundu. "Ne oldu? Neden üzgünsün?" Yürümeye devam ederek, "Üzgün değilim," dedim. "Sanırım varlığı beni korkuttu. Ona güvenebilir miyiz bilmiyorum. Hepsi bu." 

Sehun, "Onunla arkadaş olabiliriz," dedi. 

"Bilmiyorum." 

Sehun, "O genç bir kız," dedi. "Bizi incitmez." 

"O genç bir kadın " dedim, "incitebilir de."

Kampa döndüğümüzde biraz dinlenmeye karar verdim. Uzanmadan önce gemide bulduğum günlüğü elime aldım. Harfler, günlük, genç bir kadının lekeli siyah beyaz fotoğrafı. Tüylerim diken diken oldu. "Sehun!" diye bağırdım. "Hemen gelsene!"

Hemen içeri gelerek, "Ne oldu?" dedi. "İyi misin?" 

"Evet," dedim. "Şuna baksana." Fotoğrafı uzattım. Şaşırmış gibiydi. "Bu tıpkı..." 

"Bugün gördüğümüz kıza benziyor," dedim. Sehun, "İmkansız," dedi. "Torunu filan olması lazım."

"Tabii ki," dedim. "Bunu açıklamanın tek yolu bu."

Ama buna ikimiz de inanmıyorduk. Gerçek, ikimizinde artık neye inanacağını bilmediğiydi.

Lost In Paradise \\ sebaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin