11

16 1 3
                                    

Uyandıktan kısa bir süre sonra, "Diş ipini hatırlıyor musun?" diye sordum. Sehun güldü. "Evet." 

"Şu anda kulağa çok güzel gelmiyor mu?" Dişlerine dokundu ve başını salladı. "Evet." 

"Kanıksadığımız onca şey, ne komik." 

"Manavlar gibi," dedi. "Manav alışverişi yapmaktan nefret ederdim." 

"Ben de." 

"Yastıklar." 

"Deterjan." 

"Tuvalet kağıdı."

İkimiz de güldük. Sehun kumsalda sabah yürüyüşüne çıktı. Geri döndüğünde ona bakıp gülümsedim. "Yeni görünüşüm hakkında ne düşünüyorsun?" diye sordu. Üstünde Bay Edward Gunther'ın 1950'lerden kalma güve yemiş pantolonu, buruşmuş, delikli ve bir zamanlar beyaz olan ama artık sarı renkteki gömleği vardı. Boynuna kravatı öyle bir bağlamıştı ki hayatı boyunca hiç kravat taktı mı merak ettim. Bir açlık ağrısı hissediyordum ama kostümünde bir şeyler içimi açtı. Gülümsedim ve boğazımı temizledim. "Kredi başvurusu yapmak istiyorum," dedim. Kravatını düzeltmek için ayağa kalktım. Kravatı tıpkı kendi kravatımı bağladığım şekilde bağladım. "Eee, ne alacaksınız beyefendi?" 

Gözlerimi devirerek, "Amma meraklı bir bankacısınız," dedim. "Ama illa bilmeniz gerekiyorsa bir tekne almak istiyorum. Gördüğünüz gibi kendimi ıssız bir adada buldum. Bir hız teknesi işimi görür diye düşünüyorum." Oyuna devam ederek, "Kredi notunuz nasıl?" diye sordu. "Mükemmel," dedim. Aslında bu doğruydu. Chaeyoung'unki benimkinden kötüydü ve ben bunu unutmasına asla izin vermiyordum. Özellikle de üniversite ikinci sınıfta (benimle tanışmadan önce) yaptığı alkol dolu bir Meksika seyahatinden sonra. Bu seyahat, SUV model limuzinle gezmeler, Meksika barında herkese içki ısmarlamalar ve limiti dolmuş bir kredi kartını içeriyordu. 

Sehun gülümseyip kütükte yanıma oturdu. Ateşin yanındaki kayaların üstüne kurumaya bıraktığım mangoları göstererek, "Bak," dedim. "Bunların birkaç ay dayanmasını sağlayacak bir yol bulabileceğimizi düşünüyorum." Bir tanesini ağzına atarak, "Çok güzeller," dedi. Turuncu renkte bir damla su çenesine damladı. Tişörtünün koluyla sildi. "Banyo yapmam lazım," dedi. "Evet," dedim. "Benim de." 

"Havuza kadar yürüyelim, sonra adanın geri kalanına da bakalım. O kadar da büyük değil. Günbatımına kadar döneriz."

"Tamam," dedim. "Ben öğle yemeği hazırlayayım." Bilmiş bilmiş sırıttı. "Öğle yemeğinden kastın yengeç pastası ve erişte, değil mi?" 

İkimiz de mönümüzün şimdilik karıncalardan ve Sehun'un bulduğu diğer böceklerden (ben hala böcek ve kurtları yemeyi reddediyordum), alg, mango ve istiridyeden oluştuğunu biliyorduk. Göz kırparak, "Hayal gücünü kullan," dedim. Bu sefer başka bir yol kullanmaya ve adanın güneyini keşfetmeye karar verdik. Sehun, ileriyi göstererek, "Şansımız varsa," dedi, "oradan geçer ve geri döneriz. Belki daha yakında bir su kaynağı vardır." Yola çıkarken, "Ayağın nasıl?" diye sordum. Sehun dönüp bana baktı. "Tamamen iyileşti." 

"Vay," dedim. "Hızlı bir iyileşme." 

"Biliyorum," dedi. "Aslında olağandışı bir şey." 

"Sen düşünmüştün ki daha..." İkimiz bir ağızdan, "Uzun sürecek," dedik. "Evet çünkü nemli ve pis bir ortamdayız. Tıbbi açıdan bakıldığında bunlar bir yaranın resmen kabusudur. Ama," dedi ve durdu. Kafasını salladı. "Baekhyun, bu adada bir şey var bence." 

"Nasıl yani?" 

"Öncelikle," dedi. Büyük bir ağaç kökünün üstünden atladı. "Dizin çok hızlı bir şekilde iyileşti. Sonra benim astımım var." Dönüp bana baktı. "Ama en ufak bir belirtim bile kalmadı." 

Lost In Paradise \\ sebaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin