10

20 1 6
                                    

2 Ağustos 1999

Jongin, tüm sabahını şefe soğan doğramakla geçirdi. Bayağıda ilerlemişti, neredeyse dört kovayı dolduracak kadar tatlı soğanı ince ince kıymıştı. Şef, öğlen gibi gelecekti. O zamana kadar Jongin bu işi bitirmeliydi. Soğanları tam da şefin istediği gibi küçük kareler halinde güzelce doğramalıydı. Jongin, şefinin iyi bir ruh halinde olmasını umuyordu. Hoş şef bu günlerde hiç iyi bir ruh halinde olmuyordu. Mutfak, eski kumtaşından bir binanın bodrumuydu. Klima yoktu, sadece arka kapı ve bir fan. Jongin'in gözleri o kadar çok sulanıyordu ki artık kanlanıyordu. Bundan şikayet etmemesi gerektiğini biliyordu. Ne şefin ruh halinden ne soğandan ne sıcaktan ne de başka bir şeyden şikayet edebilirdi. Aşçılık okulundan hemen sonra Korenin en iyi restoranlarından birinde iş bulabildiği için şanslıydı. Michelini's üç yıldızlıydı ve eğer şanslıysa daha da yükselebilirdi, başka bir yere geçebilir ve hatta kendi yerini bile açabilirdi. İşte o zaman artık soğan doğramak zorunda kalmazdı. Jongin soğanları doğrayıp dilimlerken sürekli kapıyı gözlüyordu. Sokağa bağlanan girişin köşesinde küçük bir şey gözüne çarptı. Bıçağını indirdi, önlüğüne sıkıştırılmış havluyla elini kurulayıp kapıya doğru yürüdü. "Seni gidi küçük kedicik," dedi Jongin, ayaklarının arasına tüneyen kısa siyah tüylü sokak kedisine eliyle uzanarak. Kedi sanki ona bir şey anlatmak istiyormuşçasına mırlamaya başladı. "Ne diyorsun, küçük dostum?"

Jongin her zaman hayvanları severdi. Küçük bir çocukken evcil hayvanları olmuştu ama hiç kedisi olmamıştı. Annesinin kedilere alerjisi vardı. Kedi yine mırlamaya başladı ve bacaklarına sürtündü. "Çalışmalıyım, dostum," dedi, kesim tahtasına dönerek, sonra da buzdolabına yöneldi. Şefin düzenlediği özel bir yemekten kalma bir parça et buldu arkalarda. Sonra küçük bir kase aldı eline. "İşte," dedi, kedinin yanındaki girişe koyarak. "Şimdi başımı belaya sokma, tamam mı?"

"Tatlım, ama nereye gidiyorsun, hiç anlamadık gitti." Jongin'in annesi hiçbir zaman oğlunu anlamıyordu. Sekizinci doğum gününde oğlu kendisinden dikiş makinesi istemişti, on yaşındayken ondan daha iyi kek yapabiliyordu ve şimdi de restorandaki işini bırakmak istiyordu. Ama neden? "Bermudaya gideceğim," diye açıkladı. "Boston'dan bir çift yatlarında şef olmamı istedi."

"Peki güvenli mi?" diye sordu annesi. Eğer Jongin dikkat kesilirse uzaktan bir trenin düdüğünü duyabilirdi. Çocukluğunun geçtiği ev demiryoluna uzak değildi. Öğleden sonraları orada öylece durup trenleri seyrederken kasabanın dışında yaşamın nasıl olduğunu hayal eder durur, oradan kaçmak isterdi. "Elbette, anne," dedi. "Neden eve dönmüyorsun anlamıyorum," diye devam etti annesi. "Kasabadaki güzel bir restoranda iş bulursun. Buranın nesi var? Orada çalışabilirsin."

"Orada çalışmak istemiyorum anne." Hattın diğer ucunda bir süre sessiz kaldı annesi. "Anne, üzgünüm, seni üzmek istememiştim," dedi Jongin. "Tamam, tatlım," dedi annesi. "Senin kumaşın başka. Bunu hep biliyordum." Derin bir nefes aldı. "Seni özleyeceğiz, benim dert ettiğim mesele bu."

Jongin, küçük dairesinden dışarı baktı. Sihirli saatlerdi. Yani hemen günbatımının sonrası, artıkgün sona ermişken, tam da gece değilken. Kedisi yanında mırlıyordu. Jongin numaraların işlendiği karnındaki noktaya dokundu. Bir kediye neden dövme yaparlardı ki? Jongin bunu hiç anlayamıyordu. Kedi de onun gibi uyumsuzdu, bir yerden başka bir yere geçen bir gezgin. Evet, diye düşündü Jongin kendi kendine, yeni bir maceraya atılma zamanı geldi. Pegasus teknesi marinada parıldıyordu. Bay ve Bayan Caldwell, Jongin yaklaşırken ona el salladı. Onlarla şefin verdiği yemeklerden birinde tanışmıştı. Bayan Caldwell çoğu yaşlı zengin kadının yaptığı gibi onunla ilgilenmişti. "Canım," dedi, iki defa onu öpüp selamlayarak. Bay Caldwell başıyla onayladı, sonra ağzında purosu kaptana bir şeyler homurdandı. Jongin'in elindeki kedi taşıma kabını görünce sesli bir kahkaha koyverdi. "Hayvan getirmişsin," dedi. "Umarım sorun olmaz, efendim," diye cevapladı Jongin. "İyi bir kedidir."

"Benim için sorun yok," dedi adam omuz silkerek. "Belki de Delores'i oyalar." Jongin başıyla onaylayıp teknedeki ilk yemeği hazırlamak için mutfağa geçmeden önce kalacağı yeri buldu. Jongin o gece ve ertesi sabah kahvaltıda Delores'in ona bakışlarını fark etti. Ertesi haftanın yemek programını yapmak üzere yiyeceklere bakmak için ara verdiğinde üst güvertede ona bakmamaya çalışmıştı ama Bayan Caldwell onun yanında şezlongda uzanmış ve ondan sabah Benedict yumurtası yapmasını istemişti. Bikinisinin askısını ayarlayarak Benedict yumurtasına bayıldığını söyledi. Bayan Caldwell hiçbir zaman bikini giymemiş olan annesinden daha yaşlıydı. "Evet, efendim," dedi nazikçe, doğrulup ayağa kalkmaya çalışarak. "Elbette." Delores eliyle ona uzanıp hafifçe kalçasına dokundu. "Teşekkür ederim, canım," dedi ufak bir gülümsemeyle. "Ve, tatlım, bana efendim demek zorunda değilsin."

Delores onu geriyordu ama kendini tutup gün için güzel yemekler yapmaktan başka yapabileceği bir şey yoktu. Haftalar geçti ve sonra fırtınalı bir pazar gecesi, Jongin kaburga ve fırında patates hazırlarken, Delores mutfağın girişinde belirdi. Üstündeki beyaz tül, altındaki çıplak bedenini kapatamıyordu. "Bu gece alt güverteye gel," dedi, kedisini kollarında tutarak. "Seninle konuşacaklarım var."

Yemekten sonraki görüşmeye mümkün olduğu kadar geç gitmek için yemek servisini uzatmaya çalıştı ama Bay Caldwell erkenden kalktı. Karısı Jongin'in her hareketini izleyerek pişmiş kelle gibi sırıtıyordu. "Tamam," dedi son tabağı da temizledikten sonra. "Çok yorgunum, efendim. Sanırım doğrudan odama gideceğim."

"Bana efendim dememeni söylemedim mi sana?" dedi kadın, şakayla karışık bir ciddiyetle. "Üzgünüm," dedi Jongin oradan ayrılırken. Köşeyi dönerken avuçlarının içi terlemişti, karşısına bir anda Bay Caldwell çıktı. "Nereye kaçıyorsun, oğlum?" dedi adam sinsi bir sırıtmayla. "Ben sadece..."

"Git ona," dedi. "Utanma."

Jongin'in gözleri büyüdü. "Ama ben..."

"Bizim ihtiyaçlarımızı karşılaman için sana para ödüyoruz ve onun ihtiyaçlarını da karşılamanı istiyorum."

"Ben öyle değilim ama."

"Nasıl değilsin, oğlum?" Kakırdamaya başladı. "1965'teMiss Texas güzeliydi. Şimdi öyle gibi görünmeyebilir ama olsun. Gözlerini kapat ve onu düşün."Evan sadece Bayan Caldwell'e değil, hiçbir kadına ilgi duymadığını söylemedi ona. Hiçbir zaman ilgi duymamıştı da. İyice panikleyip korktu. "Hadi," dedi Bay Caldwell, kolundan tutup onu alt güvertenin girişine götürerek. "Seni bekliyor." Alt güverteye inen merdivenlerden yürürken Jongin'in dizleri titredi. Güverte soluk bir şekilde aydınlıktı ama Bayan Caldwell'in koltuğun üzerinde uzandığını görebiliyordu. Açık yeşil bir gecelik giymişti. "İşte geldin, canım," dedi. "Seni bekliyordum."

Jongin koltukta mümkün olduğunca ondan uzağa oturdu. "Buraya gel," dedi. "Hadi biraz eğlenelim."

"Efendim..."

"Kaç defa dedim sana bana Delores de diye?"

"Delores," dedi, "Ben... ben yapamam."

"Neden, tatlım, nonoş musun?" Bayan Caldwell geceliğinin bağcığını gevşetip el ve bacaklarının üstünde sürünerek ona yaklaşırken Jongin yutkundu. "Lütfen," dedi, göğsüne dokunduğunda sinerek. "Lütfen dur." Jongin'in kedisi Bayan Caldwell'le arasındaki boşluğa zıpladı.

"Kahrolası kedi," dedi kadın. "Al şunu buradan."

Jongin ayağa kalktı ama ona ulaşamadan önce Bayan Caldwell kediyi yakaladı. "Bu gece ya benimle kal ya da bu kediyi bu tekneden atarım." Jongin kafasını salladı. "Lütfen," diye ağladı. "Bunu yapmazsın, değil mi?"

"Ah, evet yaparım." Jongin kendini kötü hissetti. "İhtiyaçlarınızı o şekilde karşılayamam, efendim."

"O zaman küçük kedine elveda de," dedi kadın gülümseyerek. Jongin o gece küçük bir çocukken yaptığı gibi dua etti. Kilisedeyken arkadaşlarının yanlış dediği içindeki arzuyu bastırması için Tanrıya yalvarırdı. Şimdi de kedisi için yalvarıyordu. Pegasus'tan bir an önce kurtulmayı ve Pegasus'un okyanusun dibine gömülmesini diledi. Sabah uyandığında kedisinin gittiğini gördü. Bayan Caldwell kahvaltı servisinde onun ağladığını görmedi. Bir daha da onu rahatsız etmedi.

Lost In Paradise \\ sebaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin