16

28 2 19
                                    

21 Ağustos 2007 

Seksen dokuz yaş ilk tekne gezisi için iyi bir yaş değildi. Rose bunu tahmin etmeliydi. Bu ilk tekne gezisinde korkunç deniz tutması, merdivenler ve sürekli sallanmayla baş etmek zorundaydı. Arkadaşlarından dördü onun yaşındayken kalçalarını kırmıştı, bir tanesinin cenazesine geçen ay katılmıştı. Ama yine de Rose bu seyahate çıkması gerektiğini düşünüyordu. Bedenindeki her kemik ona bunu söylüyordu. Kızı Deborah ve torunu Amy ona eşlik ediyordu. Ona yemekte eşlik edip bu ya da diğer adayı görmesi için iskele tahtasında yürürken yardımcı olacaklardı.

"Gemi oldukça görkemli duruyor," dedi, Deborah'nın kolunu sıkıca tutarak. Amy yazlık elbisesinin içinde, uzun ve dalgalı sarı saçlarıyla, aynı Rose'un yirmi bir yaşındaki hali gibi, aynı annesi gibi güzel görünüyordu. Rose, şimdi annesini daha çok düşünüyordu. Altmış sekiz yaşında kalp krizinden hayatını kaybetmişti. Zavallı kalbi diğerlerine göre iyi dayanmıştı. Rose o yaşlanırken yanında olamadığı için pişmandı. Fakat onun da kendi ailesi ve yetiştirmesi gereken çocukları vardı. Bir bebek bekliyordu ve annesinin sağlığı bozulduğunda Deborah sadece üç yaşındaydı. Keşke onu daha fazla rahatlatabilseydi. Kimse yalnız ölmemeliydi. 

Kamaralarına doğru yöneldiler. Deborah ve Amy çift kişilik yataklardan birini paylaşırken diğerini Rose aldı. Kayan cam kapının ardındaki küçük balkona yürümeden önce burnuna bir parça pudra sürerek banyoda makyajını tazeledi. Deborah kolunu annesinin omzuna koydu. "Mutlu musun, anne?" diye sordu.

"Evet, canım," dedi. Bir saat sonra, güverteye doğru yürüdüler. Uzaktan çelik davul bandosunun sesi geliyordu. Yolcular meyve kokteyllerini yudumlarken saçlarına vuran rüzgarla gülümsüyorlardı. Rose'un dikkatini genç bir çift çekmişti. Muhtemelen balayındalar, diye düşündü. Birbirilerinin ellerini tutmalarını ve birbirilerine nasıl baktıklarını fark etti. Aşık olmayı özlemişti. Frank on yıl önce hayatını kaybetmişti. Bunu kabullenmekten nefret ediyordu ama bazen onun sesini hatırlıyordu. Kahvesini sade mi yoksa şekerli mi alırdı acaba? Ya da kremalı mı? Yaşlanmak korkunç bir şeydi. "Büyükanne söyleyecek misin?" diye sordu Amy. "Neden buradayız? Neden bu seyahate çıktık?" 

Geminin limandan ayrılış düdüğünü duyunca Rose başını salladı. "Zamanla, canım. Zamanla."

Denizde geçirdikleri zaman kötüydü ve kaptan büyük bir fırtınanın geldiğini bildirdiğinde Rose bu seyahate çıktığına pişman olmuştu. Amy'yi deniz tutmuştu ve Deborah da kendini iyi hissetmiyordu. 

Bermuda limanında durmadan önceki gece Rose akşam yemeğine yalnız çıktı, dönüşte kamarasına giderken güvertede durdu. İlk gün gördüğü genç adamı güvertede buldu. Genç ve tatlı aşık. Babası ve şu güzel akuamarin taş hakkında birkaç kelime ettiler. Denizciler bu taşın uğur getirdiğine inanırmış. Teknenin ilerlediği engin denize doğru baktı. Babası bu denizlerde hayatını kaybetmişti. Şimdi ona yakın mıydı acaba? Eğer onu rüyasında görse tanıyabilecek miydi? Daha sonra kamarasına döndü. Deborah ve Amy çoktan uyumuştu. Kendisi de yorgundu fakat bir süre balkonda oturdu ve tekne dalgalı turkuaz sularda ilerlerken dalgaların sesini dinledi. Rose sabah geç saatlere kadar uyudu. Füme balık ve ekmek için güvertede sıraya girmektense oda servisini istedi ve balkonda romanına gömüldü. Amy ve Deborah Bermudayı bir parça görebilsin diye Rose'u onlarla birlikte gelmeye ikna etmeye çalıştı çünkü bugün liman günüydü ama Rose kendini yorgun hissediyordu ve romanını bitirmek istiyordu. Kitap, özlemini çektiği mutlu bir aile tablosu çiziyordu. "Siz gidin ve eğlenin," dedi kızına ve torununa. "Döndüğünüzde burada olacağım. Beraber yemek yeriz." Rose güzel bir şekerleme yaptı ve biraz kitap okudu. Sonra Amy ve Deborah saat beş civarında döndü. Heyecanla Bermudayı ne kadar sevdiklerinden bahsediyorlardı. Hatta Amy restoranda koreli bir çocukla tanışmıştı. Her ne kadar annesi onaylamasa da birbirilerine telefon numaralarını vermişlerdi. Zaten annesi o kadar da karşı çıkmamıştı. Sonuçta çocuk en iyi okullardan birine gidiyordu .Akşam yemeği resmi bir gece olacaktı. Rose erkek torununun düğünü için beş yıl önce aldığı mavi payetli elbiseyi giydi. Hala üstüne oluyordu. Deborah basit ama klasik bir elbise tercih etti. Elbisenin yüksek bir yakası vardı. Amy her zaman olduğu gibi güzel görünüyordu. Zaten ne giyse ona yakışırdı ama bu gece özellikle asimetrik kenarlı kırmızı elbisenin içinde göz kamaştırıyordu. Üçü de yerlerine oturdu ve şarap istediler. Tam müzik başladığında teknenin hoparlöründen bir anons yapıldı.

"Müziği böldüğümüz için özür dilerim," diye başladı ağır aksanlı bir ses. "Ben kaptanınız. İki yolcumuz bugünkü sahil gezisinden henüz dönmedi ve onları bulabilmek için bir saat daha limandan ayrılmayacağız." Yemek salonunda hemen fısıldaşmalar ve aaa sesleri yükseldi.

"Lütfen bizi takipte kalın. Saat sekiz gibi muhtemelen buradan ayrılmış oluruz. İyi eğlenceler."

Müzik yeniden başladı.

"Sence onlara ne olmuştur?" diye sordu Amy. Deborah gözlerini devirerek, "Belki de barda zamanın nasıl geçtiğini anlayamamışlardır. Şimdi onların bu sorumsuzluklarının bedelini ödemek zorundayız," dedi. Rose pencereden geminin güvertesinde genç, yakışıklı olduğu kadar da güzel olan adamın, neydi ismi, evet, Baekhyun, karısının yürüdüğünü gördü ve endişelendi. 

Gemi gece yarısından sonra limandan ayrıldı. Rose motorun sesi onu uyandırdığında saate bakmıştı. Saat 00:35'ti. İyi, diye düşündü. Demek ki Baekhyun bulundu. Salona kahvaltı için giderken teknede bir uğultu vardı. Orta yaşlı bir kadın kocasına, "Buna inanabiliyor musun?" diyordu. "Korkunç olmalı. Karısı teknede. Kocasınıı araması için tekneden ayrılmasına izin vermemiş olmalılar. Çok üzgün olmalı."

Sonra Rose bir poster gördü. Posterde Baekhyun'un ve başka bir adamın fotoğrafı vardı. Büyük kalın harflerle üstüne KAYIP diye yazılmıştı. "Herhangi bir bilginiz olursa lütfen Gemi Güvenliği'ni arayın."

Rose postere doğru yürüyüp posterdeki adamın yüzüne dokundu. "Onu tanıyorum," dedi. "Ah, anne, gerçekten mi?" dedi Deborah.

"Tanıyorum," dedi Rose keskin bir sesle. "İkiniz uyurken geçen gece onunla konuşmuştum. Çok hoş biriydi. Ve şimdi..."Kızı omzuna dokundu. "Onu bulurlar. Merak etme." 

"Bekle," dedi Amy, kafasını kuşkuyla sallayıp posterdeki adamı işaret ederek. "Bu... bu o adam değil mi? Hani kocasını öldürüp hapishaneden kaçan?"

Deborah başıyla onayladı. "Galiba."

Tekneye duygusuz bir hava hakimdi. Rose öylece durdu. Korkuluğu kavrarken daha önce hiç görmediği mavi bir kelebek akşamüstü güneşinde kanat çırptı. Hayat ne güzel ve trajik, dedi kendi kendine.

Lost In Paradise \\ sebaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin