Arkadan bir fon müziği geliyordu. Hafiften yağmur çiseliyor; tek sokak lambasının bulunduğu upuzun, karanlık sokakta yavaş adımlarla ilerliyordum. Sokağın karşısındaki birkaç evin ışığı haricinde zifiri bir karanlık vardı. Duyduğum tiz çığlıkla irkildim. Bakışlarım telaşla etrafı tararken şaşkınlık ve korkuyla harmanlanmış o dehşet duygusunun tenimde gezindiğini hissedebiliyordum. Arkamı dönüp tanımadığım sokağı inceledim. Sık evler sokağı çepeçevre sarıyor, yol boyunca uzayıp gidiyordu. Birçok ara sokak vardı. İki el silah sesiyle, derinlerden gelen çığlıklar ve boğuk sesler artıp birbirine karıştı. Korkutucu bir sesti. Bir yere saklanmak ve koşarak kaçmak arasında gidip geliyordum. Mantıklı bir seçimle güvenli bir yere saklandım -bu muhtemelen böyle bir durumda yapmam gerekendi - paniğe kapılarak küçük bir çığlığın dudaklarımdan firar etmesine engel olamadım. Nereye çıktığını bilmediğim sokakta bir oraya bir buraya koşarak kaçmaya çalıştım. Kaçmak istiyordum. Buradan kurtulmak. Dar ve biçimsiz bir sokağa girdiğimde artık ayak seslerini duyabiliyordum. Yorulmuştum. Aldığım soğuk nefesler beni zatürre edecek kadar yakıcıydı. Var gücümle koşmaya devam ettim. Yağmur damlaları irileşerek yüzümden akıyordu. Yağmurdan ve terden sırılsıklam olan vücudum hem üşüyor hem de cayır cayır yanıyordu. Dehşet veren sesler giderek arttı ama paniğe kapılmamalıydım. Unutma; birinci kural, sakin ol. Soluduğum hava bile hissettiğim çaresizliği hissetmiş gibi ağırlaşırken kaçacak hiçbir yerimin olmadığının farkındaydım. Adrenalin damarlarımda ilerliyor, yavaşça yayılan bir zehir gibi ağır ağır bedenimi ele geçiriyordu. Koşmak artık daha zordu. Koşmaya devam ettikçe kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Güçlükle aldığım nefesler akciğerlerime oksijen gitmesini sağlıyordu. Sızlayan eklemlerimi de yok sayarak koşmaya devam ettim. Bir süre sonra kaçmak da anlamsız gelmeye başladığında geri dönüp savaşmanın daha kolay olup olamayacağını merak etmeye başlamıştım. Aynı zamanda her an yakalanabileceğimin verdiği umutsuzluğu düşünmemeye çalışıyordum. İri yağmur damlaları hızını gittikçe arttırıyordu. Artık daha fazla devam edemeyeceğimi biliyordum. Hızımı düşürdüm. Yolu çevreleyen kocaman ağaçlar ilk bakışta dikkatimi çekmemişti. Soluk soluğa neredeyse evleri geçen ağaçlardan birinin yanında durduğumda bir elimle ağaçtan destek alarak omzumun üstünden geriye baktım; kimden kaçtığımı, neden kaçtığımı ve nasıl buraya geldiğimi bilmiyordum. Ama bir ses bunlarının nedeninin çok derinlerde yattığını söylüyordu. Oysa buz gibi esen rüzgârın uğultusu dışında tek bir ses, tek bir yaşam belirtisi dahi yoktu.
Saniyeler sonra elim bitkince ağacın gövdesinden kaydı, gergince gözlerimi yumdum. Korkunç bir yorgunluk bedenime egemen oldu. Rahatlamaya çalışarak alnımı ağaca yasladım. Rüzgârın uğultusu yine kulaklarımı doldurdu; sanki anlatmak istediği bir şey varmış gibi uğulduyordu. Yorgunluktan ağırlaşmış göz kapaklarım aralanırken gözlerimi hapseden kirpiklerimde birbirinden ayrıldı. Sıcak nefesimi usul usul dışarı verirken gözlerimle soğuğun sıcakla karşılamasından oluşan buğuyu takip ettim. Gevşek topuzumdan firar eden ufak bir saç tutamı yüzüme düşünce onu üfleyerek uzaklaştırmaya çalıştım ama gitmemekte kararlıydı. Parmağımı dahi oynatacak halim yok dedikleri bu olsa gerekti. Her yerim ağrıyor; kaslarım acıyla inliyordu. Bir adım daha atamazdım. Seslerin yakınlardan gelmesi içimi saran korkunç duyguları körüklüyordu. Artık topun ucundaydım.
Birinin arkamdan yaklaştığını hissettiğimde çaresizdim. Gölgesi benim üstümden yola düşüyordu. Uzundu. Arkamı dönmeye korktuğum için hafifçe doğrularak kafamı oynatmadan gözlerimle soluma baktım.
Bu hiç iyi değil. Hemde hiç iyi değil.
Adamın sinirli gözleri gözlerime kitlenir kitlenmez kolumdan tuttuğu gibi kendine çevirip sertçe ağaca bastırdı.
Beni kısaca süzüp, "Sende kimsin..." dedi. Durakladı. "Küçük kız." Kalın gür sesi loş olduğu kadar boş olan sokakta yankılandı.
Beynimde kırmızı ışıklar yanıp sönüyor, tehlike diye bağırıyordu.
"Be... Be... Be... Ben şey... Bilmiyorum."
"Ne demek bilmiyorum? Sen benle dalga mı geçiyorsun? Senin yerinde olsam ufaklık bu kadar ahmak davranmazdım. Çünkü eğer ben sinirlenirsem iyi şeyler olmaz anladın mı?"
Zorlukla aldığım nefesleri konuşarak harcamaya korktuğum için usulca başımı salladım.
"Bana cevap ver."
"A... A... Anladım."
"Güzel, kimsin sen? Doğu Bölge'de ne işin var?"
Doğu Bölge mi ben fark etmeden Doğu Bölge'ye mi gelmiştim. Ben kimim ve bu adam kim? Neden benim peşimde? Bunları neden hatırlamıyorum. Peki gelen çığlıklar kimindi? Ya da silah sesleri? Benden önce birini daha mı öldürdü yoksa? Beni de mi öldürecek?
Anlımda hissettiğim soğuklukla irkilerek kendime geldim. "Hey sana diyorum. Biliyor musun, küçük kız? Sessiz kaldığın her saniye sinir kat sayımı arttırıyor."
Gözlerimi anlıma dayadığı silaha çevirdiğimde çoktan dua etmeye başlamıştım. Küçük bir parmak hareketiyle silahın güvenliğini açtı. Artık biliyordum. Yolun sonu buydu.
![](https://img.wattpad.com/cover/279803146-288-k284504.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Masum
RomanceHayat yaptığımız tüm planlara rağmen aslında başımıza gelenler mi? Biz her şeyi planladığımızı sanarken kader oyununu istediği gibi oynuyor ve biz kendimizi hiç bilmediğimiz anlamadığımız bir noktada buluyoruz. Gerçekten kaderimizde yazanı mı yaşıyo...