Bölüm 3

11 3 0
                                    

Rahatsız bir uykunun ardından sabah erkenden uyandım. Hiç dinlenmiş hissetmediğim için geri uyumak için yatakta biraz debelendim. Ama fayda etmedi. Sarsak hareketlerle kalkıp aşağı indim. Acıkmıştım. Merdivenlerden inerken mutfağın nerede olduğunu hatırlamaya çalışıyordum. Hatırlamak bir iki dakikamı aldı. Artık hedefimin yerini bildiğim için adımlarımı hızlandırdım. Mutfağın girişinde Natalia'yla karşılaştım.

Gülümseyerek "Günaydın." dedi. Aynı şekilde cevap verdim fakat yüzüme birkaç saniye bakıp beni arkasında bırakarak hızlı adımlarla merdivenlere yöneldi. Tuhaftı! Hem de oldukça.

Dalgın dalgın iki adım atınca mutfağın da değiştiğini gördüm. Duvarlar yerden tavana kadar mat bej rengine boyanmıştı. Gümüş kulpları olan kum rengi dolaplar duvarın rengiyle uyum içerisindeydi. Tam karşımdaki duvar boydan boya camdandı. Odaya giren güneş ışığı mutfağı daha ferah ve sevimli kılıyordu. Cama doğru yürüdüm. Bunların yanı sıra mutfak oldukça moderndi. Ne pişireceğimi düşünürken biraz dışarıyı izledim.

"Bonjour*. Acıktınız mı?" (Fr. Günaydın*)

İrkilerek arkama döndüm. Girişin hemen yanında duran sevimli kadını gördüm. Kısa boylu ve oldukça zayıftı. Kırklı yaşların başında olmalıydı. Koyu kahve saçlarını toplu ve modern bir topuz yapmıştı. Ciddi görüntüsüne rağmen gözleri şefkatle bana bakıyordu. Sanırım beni tanıyordu.

"Özür dilerim, siz kimsiniz?"

"Oh, ma fille(kızım), ben Eliza." Gözleri dolmuştu. "Çok büyümüşsün ve... Tanrım, annene çok benziyorsun."

"Siz annemi tanıyor muydunuz?"

"Elbette tanıyorum. Abin doğmadan önce buraya çok gelirlerdi."

Sanki her şeyi açıklamış gibi bakıyordu. Ama benim anlam veremediğim çok şey vardı. "Ben sizi daha önce hiç görmemiştim."

"Oh... haklısın! Abin doğunca Türkiye'ye yerleştiler. Buraya en son geldiklerinde sen 1 ya da 2 yaşındaydın. Sonra da o... kötü olay gerçekleşti."

Sonlara doğru sesi kısılmıştı. Benim de en zayıf noktama dokunmuştu. Bu konuyu neredeyse hiç açmazdık. Annem ve babam bir trafik kazasında hayatlarını kaybetmişlerdi. Almanya'yı sevmememin en büyük sebeplerinden biri de buydu. Ailemi almıştı benden. Babamın ve annemin yüzlerini hatırlamıyordum. Sadece fotoğrafta gördüğüm kadar. Ama bazen rüyamda görüyordum. Hatta bazen o kadar gerçek geliyordu ki... Onları düşünmek beni duygulandırmıştı. Evet, o olayı atlatamamıştım ama alışmıştım. Artık eskisi kadar... eskisi kadar acıtmıyordu.

Bir sessizliğin ardından tekrar konuşmaya başladı. "Amcan seni kucağında getirdiğinde hala o kadar küçüktün ki; yeni yeni konuşmayı öğrenmiştin."

Öksürerek sesimi yerine getirmeye çabaladım. Boğazımda bir yumru vardı. Neredeyse nefes almamı engelleyecekti. Sakin ol! Sakin ol ve bunları düşünme! Aklıma hücüm eden düşüncelerden, anılardan kaçmaya çalıştım. Ama durduramıyordum. Çocukken yaşadıklarım... Sakın, sakın şimdi bunları düşünme, Ada. Davetsiz gözyaşları gözlerime dolmuştu. Çaresizce gözlerimi kırpıştırarak onları göndermeye çalıştım.

Konuyu değiştirmek için "Peki biz buradayken neredeydiniz? Anlayamıyorum."dedim.

"Siz geldikten kısa bir süre sonra kardeşimin yanına Fransa'ya döndüm. Ben buraya geri geldiğimde siz Türkiye'ye dönmüştünüz."

"Siz ne zamandır buradasınız?"

"2 yıldır, kızım." Tuhaf. Ne tesadüf.

Bir şekilde kadına ısınmıştım ama içime bir şüphe düşmüştü. Şirin ve sempatikti. Hem annemi de tanıyordu. Benim hakkımda da bir sürü şey biliyor olmalıydı. Uzun süre konuşmadığımı fark ederek kadının yüzüne baktım. Yüzünde pırıl pırıl bir gülümsemeyle beni izliyordu.

"Kusura bakma kızım. Sabah sabah seni de üzdüm. Ne yersin? Ne yapayım sana?"

Tam cevap verecektim ki Cihan kapıda belirdi.

"Elie, süprizi bulmuşsun. Ada, Elie'yi hatırlıyor musun?" Üzerinde gri eşofmanlarıyla kapıdan bize bakıyordu. Spor yapmış olmalıydı. Şaşkınlığımı pek saklayamadan ona baktım. Küçük bir tebessümle dudakları hafifçe kıvrıldı. Bana mı gülüyor şimdi? Buzdolabına doğru giderken göz temasını kesmedi.

"Deli çocuk, nereden hatırlasın o zaman çok küçüktü."

Kadına mahcup bir bakış attım. Hem tanımamış hem de biraz kaba davranmıştım sanırım. Kadınla abimin arası da iyi olduğuna göre kadın kesinlikle iyi biri olmalıydı. "Ben sizi tanımayınca annemle ilgili konuşmanıza biraz şaşırdım. Soğuk davrandım. Kusura bakmayın lütfen," diye mırıldandım.

Kadının gülümsemesi sanki olabilirmiş gibi daha da genişledi. "Olur mu hiç öyle şey. Ben buraya gelmene çok sevindim. Ayrıca Cihan'ı da uzun zamandır bu kadar mutlu görmemiştim."

Gözlerimi tekrar Cihan'a çevirdim. Sonunda eline aldığı elmayı yıkamaya geçmişti.

"Siz de ister misiniz?"

Kafamı salladım. Şuan açtım ve meyve bir seçenek değildi. Eliza da istemediğini söyleyip bana döndü.

"Ne yemek istersin, canım? Ne yapayım sana?"

Sevgi dolu gözlerine bakakaldım. Abim haricinde bana böyle bakan tek kişi olabilirdi. "Şey... yapmayı biliyorsanız bir menemen hiç fena olmaz aslında."

Gülerek "Biliyorum, biliyorum hemen yaparım," dedi.

~

Doyurucu yemeğimi bitirdikten sonra biraz sindirmek adına bahçeye çıktım. Sahanın oradaki geniş düzlüğe doğru yürüdüm. Güneşi tenimde hissetmek harikaydı. Havanın soğunu bir nebze engelliyordu. Çiçek tarhına yaklaşırken güzel çiçek kokuları etrafımı sardı. Yumuşak çimlere uzanıp gözlerimi kapattım.

"Ada? Ada?"

Panikle gözlerimi açtım. Kaşlarımı çatarak nerede oldumu anlamaya çalıştım. Bahçedeydim. Çimlerin üzerinde uyuyakalmıştım. Güneş hala tepede sayılırdı demek ki fazla uyumamıştım. Üzerime bir gölge düşünce istemsizce irkildim. Biraz doğrularak gölgenin sahibine baktım.

"Ada merak ettim seni. Hadi içeri geç üşümüşsün."

Cihan kolumdan tutarak beni kaldırıp kucağına aldı. Uzun adımlarla eve doğru yürürken onun çoktan banyo yapıp giyindiğini fark ettim. Gidiyor olmalıydı. Evin ana kapısından girerken beni indirdi.

"Ben şimdi çıkıyorum. Benimle gelmek ister misin?"

Asla. Şirketten nefret ediyordum. "Yok, ben evde kalsam daha iyi."

Gözlerini devirdi. Beni de yanında götürmek istediğini biliyordum. "İlk gün olduğu için seni zorlamıyorum ama tek başına dışarı çıkmak yok. Dışarı çıktığında ıssız ve tehlikeli yerlere gitmekte yok. Telefonunu da sesliye al her aradığımda aç, açmazsan bozuşuruz."

"Tamam." dedim bıkkın sesimle. Fazla korumacı olmasına alışıktım ama bazen gerçekten boğucu oluyordu.

"Hiç boşuna tavır yapma, hanımefendi. Ben gidiyorum." dedi ve gitti.

MasumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin