Uzun bir sessizlik oluştuğunda parmaklarımla oynamaya başladım. Kazağımın kollarını çekiştirdim. Gerilmiştim. Arada bir bana bakıp geri yola dönüyordu. Ona kaçamak bir bakış attım. Renkli ışıklarla yüzü bir aydınlanıyor bir kararıyordu. Onu özlemiştim. Biraz ilerleyip dar bir yola girdiğimizde yaklaştığımızı anlamıştım. O kadar uzun zaman olmuştu ki ev uzaktan biraz korkunç görünüyordu. Biraz daha yaklaştığımızda büyük demir kapı yavaş yavaş açıldı. Geniş bahçe aynı hatırladığım gibiydi. Uzun girişin iki yanı geniş araziydi. Birinde minyatür bir saha vardı. Amcam küçükken orada oyun oynadığımızı söylerdi. Şimdi ise muhtemelen hiç kullanılmıyordu. Diğerinde ise envai çeşit bitkinin yetiştiği bir botanik bahçesi vardı. Baya gelişmiş, yeni şeyler eklenmişti. Uzun girişin ardından evin -iki katlı geniş konakvari evin- önündeki ufak avluya vardık. Avluda sağda garaj yolu, solda havuza giden yol uzanıyordu. Garaj yoluna doğru döndük. Havuzun hala olup olmadığını merak ettim.
"Dursana, ben ineceğim. Sen park eder gelirsin." derken çoktan kapıyı açmıştım.
Eve doğru hızlı hızlı yürüdüm ve koşarak içeri girdim. Holü geçerken birkaç tanımadığım yüz gördüm. Sanırım son gelişimden bu yana çalışanlar değişmişti. Amcam oturma odasında gazete okuyordu.
"Amca..." diye seslenince bana döndü, ayağa kalktı. Gidip ona sarıldım. Önce tereddüt etti. Sonra o da sarıldı. Biraz şaşırmıştı çünkü geleceğimi sadece abime söylemiştim. Yavaşça beni bıraktı. Yüz ifadesi değişmemişti, hala şaşkındı. Neden bu kadar şaşırdığını anlayamadım.
"Ee, bir hoşgeldin yok mu?" dedim.
"Hoşgeldin, hoşgeldin tabii de hangi rüzgar attı kızım seni bir sorun mu var? Varsa arasaydın ben gelirdim." Yüzünde tedirgin bir ifade belirdi. Ama o kadar kısa sürdü ki emin olamadım. Kendimi tuhaf hissettim. Sonra yine o sakinlik maskesini taktı. Artık hiçbir şey okunmuyordu.
Gözlerimi kısarak "Bir sorun yok da buraya gelmem için illa bir sorun olması mı lazım?" diye sordum. Böyle olacağını biliyordum fakat şu an ikisi de fazla gergindi.
"Yok ama sen burayı pek sevmezsin." Bu sefer konuşan abimdi. Doğru burayı pek sevmezdim. Soğuk ve ıslak. Pek iyi bir ikili olmuyordu.
"Sizde ne çıktınız böyle? İstemiyorsanız geri dönerim yani. Açık açık söyleyin."
Aynı anda "Ne alakası var şimdi?" dediler.
"O zaman niye böyle tepkiler veriyorsunuz?"
"Çünkü kaç yıldır buraya gelmedin. Sonra beni havaalanından arayıp 'Ben geliyorum. Beni al.' dedin. Sence de tuhaf değil mi?"
"Yo, tuhaf değil bence." Bakışlarını üzerimden ayırmıyorlardı. "Ayrıca bunları sonra konuşuruz."
"Konuşacak bir şey var yani?" Kaşını kaldırmış yüzümü inceliyordu.
"Cihan bu kadar detaycı olmak zorunda mısın?"
"İşim bu."
Amcam araya girerek "Buraya kendi isteğinle geldin yani öyle mi?" dedi.
"Evet, tabii ki kendi isteğimle geldim ve konu kapanmıştır." Kendimden emin bir şekilde söylediğim sözler amcam açısından etkili olsa da Cihan hala dik dik bana bakıyordu. Bunun bir tek anlamı vardı. Kardeş kardeşe görüşeceğiz! Bana uyardı çünkü burada bir şey saklayan tek kişi ben değildim.
"Madem öyle sen yol yorgunusundur Natalia sana odanı göstersin." dedikten sonra "Natalia" diye bağırdı. Uzun boylu, genç ve sarışın bir kadın sanki bunu bekliyormuş gibi bir anda kapıda belirdi. Siyah eteği ve beyaz gömleği ile bile şık görünüyordu. Yüzü de fazlasıyla şirindi. Mavi gözleri, ufak bir burnu vardı. İnce kaşları şaşkınlıkla hafif kalkmış, dudakları da aralanmıştı. Bu durum uzun sürmeden kendini topladı. Yüzüne samimi bir gülümseme yerleştirdi.
"Auf diese Weise." (Bu taraftan.) diyince şaşırma sırası bana geçmişti. İlk başta anlayamadığım kelimeyi sonra anladım. Almanca! Bende hemen hatırlamaya çalışarak Almancaya geçtim.
"Ja. Ich... komme." (Evet. Geliyorum.) diye mırıldandım.
Amcam acınası durumumu fark etti ve anladığım birkaç kelimeye bakılırsa Natalia'ya İngilizce konuşmasını söyledi. Bende sonunda yürümem gerektiğini fark edip koridor ardından da merdiven boyunca Natalia'yı takip ettim. Ev biraz fazla büyüktü. Sürekli farklı farklı çalışanlar görüyordum. Bir koridorun başında durduğumuzda teşekkür edip adını bildiğim halde biraz sohbet etmek için adını sordum.
"Natalia. Sizin adınız nedir?"
"Bana siz demene gerek yok. Ben Ada."
"Tanıştığımız... Tanıştığıma memnun oldum."
"Bende. Kaç yıldır burada çalışıyorsun?"
"2 yıl oldu sanırım." Baya yeni sayılır.
Gördüğüm diğer yeni yüzleri hatırladım. "Peki sen buradayken hiç personel değişikliği oldu mu?"
Başta tereddüt etse de "Evet." dedi. Aslında bu kadar her çalışanın değişmesine şaşırmıştım. Ama o buradan nereye varmaya çalıştığımı anlamamıştı.
"Neden oldu?"
"Üzgünüm, bu konu hakkında bilgi sahibi değilim." Olsa da bana söylemezmiş gibiydi. Fazla üzerine gitmek istemedim. Sonuçta beni tanımıyordu. Sahi çalışanlar beni tanıyorlar mıydı acaba?
"Tabii seni anlıyorum." diye mırıldandım.
Koridorun sonundaki kapıyı işaret edip "Şu oda." dedi. Valizlerim çoktan gelmişti. Evdekiler çok sistemli çalışıyor olmalıydı. Natalia' ya bir kez daha teşekkür ettim o da koridor boyunca ilerleyip merdivenlere yöneldi. Bende banyoya gidip bir duş aldım. Almanya'da en son yaşadığımda hala küçüktüm. Uzun süre kalmama rağmen hatırladığım şeyler kısıtlıydı. En net hatırladığım şey soğuktu. Ama bunları düşünmek için fazlasıyla yorgundum ve çok uykum vardı. Giyinip saçımı havluyla kabaca kuruttuktan sonra küçük bir tokayla saçlarımı tutturdum. Yatağa uzanıp gözlerimi kapattığım gibi uykuya daldım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Masum
RomanceHayat yaptığımız tüm planlara rağmen aslında başımıza gelenler mi? Biz her şeyi planladığımızı sanarken kader oyununu istediği gibi oynuyor ve biz kendimizi hiç bilmediğimiz anlamadığımız bir noktada buluyoruz. Gerçekten kaderimizde yazanı mı yaşıyo...