- Dördüncü Kural:
Kâinatta ki her zerrede Allah'ın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü O camide, mescide, kilisede, havrada değil,Her yerdedir.
Allah'ı görüp yaşayan olmadığı gibi,O'nu görüp ölen de yoktur. Kim O' nu bulursa sonsuza dek O'nda kalır.
Berkant Timur’un verdiği kitabı okumayı bırakmıştı. Kaldığı yer kaybolmasın diye sağ elinin işaret parmağını ayraç gibi kullanarak sayfayı kapattı. Kitabın kapağına takıldı gözü. Altı ayrı rengin iç içe geçtiği bir armoni vardı. O kadar ustalıkla geçiş yapıyorlardı ki renkler, nerede başlıyor nerede bitiyor anlamak zordu. Güçlü bir ışık oyunu saklıydı bu görselde. Timur’un sesini zorlukla duydu.
-Yemek vakti…
Benzin istasyonun içinde bir lokantanın önündeydiler. Kaç dakikadır burada oldukları konusunda hiçbir fikri yoktu. Timur karavanın motorunu durdurmuş, aşağı inmiş ona bakıyordu. Timurun tekrar seslenmesiyle ancak nerede olduklarını anlamaya çalışırcasına etrafına bakındı. Timur’a döndüğünde adam tekrar konuştu:
-Beş dakikadır seni izliyor ve sesleniyorum. Nerelere daldın öğle? Yemek zamanı. Diye tekrarlayarak. Lokantaya doğru yürümeye başladı.
Nerelere daldığını ne düşündüğünü kendide bilmiyordu Berkant. Değim yerindeyse kafası durmuş beyni onu yönetemez olmuştu.180 km hızla duvara çarpan bir arabadan sağ çıkan şoför gibiydi...
Bu elindeki kitap birilerinin hayatının kitabıydı ama kimin? Karakterler aşağı yukarı rolleri belli insanlardı, peki bu Semra kimdi. HAYATIN KİTABI. İçinde ki his kitap adının ustalıkla seçilmiş olduğunu söylüyordu Berkant'a. Birde Timur’un kendi adıyla yazdığı karakter vardı. Bu mümkün değildi? Aklındaki düşünceyi def etmeye çalıştı. Bu onun tanıdığı adam olamazdı… Mutlaka kendi adını taçlandırmak için kullanılmış bir isimdi bu. Ama Berkant’ın bu ismi zikrettiği zaman Timurun verdiği tepkide gözünden kaçmamıştı. İçindeki hikâyenin sürükleyiciliği ve kendinden bir şeyler bulması sadece tesadüftü. Okumaya devam etmeliydi.
Benzin pompacısı Ön cama vurunca irkildi. Timur’u kocaman gövdesiyle lokantanın kapısında ona bakarken buldu.
-Hadi, Berkant. Siparişleri verdim gel artık. Acıkmadın mı sen?
Berkant yavaşça kıpırdandı.Sağ kapıyı açtı.Montunu almadan ağır adımlarla lokantaya gitti.Sanki bir atleti ağır çekimde koşarken filme alıyorlardı.Dışarısı oldukça soğuktu.Bu coğrafya zaten ya çok sıcak yada çok soğuk bir iklime sahipti.Dişlerinin bir birine çarpmasına aldırmadan Timur’un karşısında ki sandalye de yerini aldı.Düşüncelerinin etkisi mi yoksa soğuktan mı titriyordu..
Bu küçük ama hoş lokanta kamyoncuların ve gel geç yolcuların kullandığı ücra yolda olmasına rağmen en az İstanbullun lüks sayıla bilecek restoranları kadar temiz ve düzenliydi. Duvarlar boydan boya ağaç işçiliğinin en güzel örnekleri ile doluydu. Cam ve masa üstlerinde yerel motiflerle bezemiş örtüler bulunuyordu aydınlık mekân da. İlk girişte sekiz masa ve etrafındaki sandalyeler dikkat çekiyor ama ayrıntılı bakıldığında ağaç doğrama ve paravanlarla ayrılmış bölümler ve içlerinde bulunan yer sofraları fark ediliyordu.
Civar yerleşkelerde yaşadıkları belli güler yüzlü gençler kendilerinden beklenmedik performansla müşterilere hizmet ediyorlardı. Müşteri sayısı oldukça azdı. Kendileri haricinde kamyon şoförü olduğu her halinden belli bir adam ve dışarıdaki arabanın sahibi olan çift oturmuş yemek yiyorlardı.
Timur’un siparişi olan yemekler masaya servis edilmeye başlanmıştı. Berkant vejetaryen sayılacak şekilde hayvansal ürün tüketmemeye çalışıyordu ama bu seyahate başladığından beri çoğu alışkanlığı gibi bu tercihini de değiştirmek zorunda kalmıştı. Tüm yemek kültürü alt üst olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ellerimi Bırak Ruhuma DokunBeni ne kadar tanıyorsun sevgili?
Teen FictionHer şeyin bir zamanı vardır, rastlantıların, yol ayrımlarının ve kesişmelerin bile. Şimdi söyleyeceğim şey belki sizi şaşırtacak ama bende aynı şeyi sizin için düşünüyorum. Keşke bende sizleri daha önce tanısaydım. Ama kısmet işte! Sadece bir hikây...