Kural 6

35 1 0
                                    

- Altıncı Kural:
Şu dünyadaki çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır.
Sen sen ol, kelimelere fazla takılma.
Aşk diyarında dil zaten hükmünü yitirir.

Aşk dilsiz olur.

Berkant elinden kitabı bıraktığında gün ağarmak üzereydi. Okumaya başladığında hikâye pekte farklı görünmemişti gözüne. Ama sayfaları çevirdikçe olayların girdabına kapılmıştı.

Yazdığı kitapta Timur, öğle karakterler seçmişti ki sanki her biri Berkant’a tanıdık geliyor, kendinden bir şeyler buluyordu. Kişiler gökten düşmüşçesine hikâyeye giriyor. Kim kimdir sorusu okuyucunun kafasını karıştırıyordu. Sayfalar arasında ilerledikçe ise her şey ortaya çıkmaya başlıyor, yavaş yavaş sırlar çözülüyordu. Tansiyon her bir sayfada daha bir tırmanıyor. Tamam, şimdi buldum derken yeni bir soru bombardımanı bekliyordu okuyucuyu. Hikâyenin düzeni, karakterler ve kurgu özenle hazırlanmıştı sanki. Zor bir bulmaca gibi… Kitap düşünmeye kendi beyninin derinliklerini araştırmaya sevk ediyordu okuyucuyu. Berkant gülümsedi.

-Bu tuhaf adamdan başka ne beklenirdi ki… Timurun hikâyesi, Timurun kalemi ve Timurun karakterleri… Şaşırmamak gerekirdi. Tam Timur’a gör bir üslup diye düşündü.

Kitabı bir çırpıda okuyup sonuca ulaşmak istemesine rağmen öncelikli konuları vardı. Timurun yardımıyla dil çalışmalarını yapmalı El Yazmasını bulmalı ve daha sonra… Oya’ya ulaşmalıydı ki artık her şeyden önemlisi de buydu. Yolculuğa çıktığından beri Oya’ya hiçbir yerde ulaşamamıştı. Telefonları kapalıydı. Gazeteden ise izin almış, neredeyse ortadan yok kaybolmuştu.

Merakından kudurmak üzereydi. Aklına bir ara İstanbul’a dönmek bile gelmişti. Ama Timur buna izin vermemişti.

-Her şey yolunda, merak etme. Oya sadece kafasını dinliyordur demişti.

Kendinden o kadar emin konuşmuştu ki bu sözler karşısında Berkant sakinleşmişti.

Sanki Oya’nın nerede olduğunu biliyor gibi bir hali vardı. Artık bu adam Berkant’ı şaşırtmıyordu.

Berkant, aracın yavaşlayarak park alanına girdiğini hissettiğinde, güneş ortalığı daha aydınlatmamıştı. Timurun araçtan inip büfeye doğru ilerleyişini pencereden gördü. Montunu alıp peşinden koştu… Timur’dan önce camekanın önüne gelerek büfedeki adama

- ikki qahva xohlayman.(iki kahve lütfen) dedi.

Timur;

-Vurguyu artır. Diyerek aksanı düzeltti.

Timurun Yorgun ve uykusuz olduğu gözlerinden okunuyordu, ama. Berkant’ın bu çabası ve ataklığı karşısında içten bir gülümsemeyle ona göz kırptı.

Timur ne zaman böyle yapsa Berkant’ın aklına hep babası geliyordu. Bu adamın bazı yönlerini; duruşunu, olayları yorumlamasını ve derin suskunluğunu nedense babasına benzetmeye başlamıştı.  

Babası, sessiz sakin ama sevgi dolu bir adamdı. çoçuklarına büyük bir aşkla bağlıydı. Evlerinin içerisinde bir kere dahi babasının yüksek sesi duyulmamıştı. Babasının en büyük zevki mesai bitimi eve gelip kitap okumaktı. Kışın sobanın yanında yazın ise tek katlı evlerinin verandasında ailecek saatlerce otururlardı. Berkant kendini bildi bileli babasın eve gelişini dört gözle bekler babasının kucağına oturup anlamasa da babasının okuduğu kitapları incelerdi. Hafta sonları birlikte safları gezerler, bir memur maaşınla ne kadar kitap alına bilirlerse alırlardı. Babasının en büyük hazinesi çocukları ve kitaplarıydı. Edebiyat sevgisini babasından almıştı Berkant. Yazar olmak için yanıp tutuşması da bu yüzdendi beklide. Babası öldüğünde Berkant’a sadece iki oda dolusu kitap arşivi bıraka bilmiş, o ise bu kitapları kutsal birer emanet gibi sahiplenmişti. Berkant bu arşivi günün birinde derleyip bakımını yaptıktan sonra bir kütüphane haline getirmeği düşlüyordu… Bu hep ertelediği amaçlarından sadece biriydi.

Ellerimi Bırak Ruhuma DokunBeni ne kadar tanıyorsun sevgili?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin