"Muhtemelen herkesi gittiklerinde konferansa sokup durumları anlatacaklardır," dedim. Yiğit'e anlatıyor gibiydim ama aslında kafamda toplamaya çalışıyordum. "Önce cihazları takmaları gerekiyor tabi. Onları takmadan asla konferansa da başlamazlar. Aralarında sıkıntı çıkartanlar olur belki, onları etkisiz hale getirmek de var desen bayağı zaman alır ama hiç değilse yarına herkes kaderine boyun eğmiş olur."
"Muhtemelen," dedi Yiğit. Gözleri bana mı anlatıyorsun, bakışları içeriyordu. "Hemen gitmelerini mi istiyorsun?"
Başımı sallayarak onayladım. "Kaçma ihtimalleri var."
"O zaman birkaç adamıma hemen yola çıkmalarını emredeceğim. Peki, biz?"
"Biz?" dedim. Neden bahsettiğini anlamadığım çok belli oluyor muydu?
"Yani biz ne yapacağız?" dedi gülerek.
Anladığımı belli eden bir ses çıkardım. "Emin değilim," dedim. "Dosyaları incelemek istiyorum."
"Yardım etmek isteyen biri var," dedi Yiğit'in adamlarından biri.
"Ne demek yardım etmek isteyen biri var?" dedi Yiğit.
"Buraları iyi bildiğini hatta karşı taraf hakkında az çok bilgisi olduğunu iddia ediyor. Burada kalıp her ne yapacaksanız yanınızda olmak istiyormuş."
Şaşkın bakışlarla adama döndüm. "Yollasana," dedim.
"Emin misin?" dedi Yiğit.
"Şu soruyu sormayı bıraksan keşke artık," diye mırıldandım odanın içerisinde dolanıp karıştıracak bir şeyler ararken.
"Ben emri vereyim," dedi gülerek odadan çıkarken.
Dosyalardan birkaçını elime alıp inceledim ama istediğim parasal şeyler değildi. Önümdeki bilgisayarı açarak içerisindeki dosyalara baktım. Mahkumlar hakkında bir şey de aramıyordum. Sahi ne aradığımı biliyor muydum?
Buralara bir yerlere gizlenmiş bir şeyler olduğuna adım kadar emin gibiydim ama elimde bunu kanıtlayacak hiçbir şey yoktu. Bunu bir şeye dayanarak da söylemiyordum, sadece bir histi.
"Merhaba," dedi ince bir ses.
Kafamı kaldırarak sesin sahibine baktım. "Merhaba," dedim. "Otursana."
Masanın önündeki koltuklardan birine oturarak, "Burada bir şey bulabileceğinizi sanmıyorum," dedi. "Çoğu şey en üst kattadır. Orada gizli bir hazineleri var."
"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?" dedim.
Gülümsedi. "Yanlarında büyüdüm."
Ayağa kalkıp beni takip etmesi için işaret ettim. Merdivenlere kadar beni takip etti. Sessizliği bozan ben oldum.
"Adın ne?"
Bu birini tanıyabilmek için en basit soruydu.
"Adel," dedi.
Gülümsedim. "Ben de..." dedim ismimi söylemek için.
"Yakamoz," dedi. "Aslında Eylül ama Yakamoz."
Anlık bir şekilde gaflete düşerek, "Nereden tanıyorsun?" dedim. Gafletim sadece birkaç saniye sürdü.
"Seni herkes tanıyor," dedi. "Sen gelmeden birkaç hafta önce ismin gelmişti. Sanki herkes buraya gelip bizi kurtaracağını biliyor gibiydi."
"Nasıl olabilir?" dedim merdivenleri hızlıca çıkmaya devam ederek. Şaşırmış numarasını o kadar iyi yapıyordum ki, şaşırdığıma ben bile inanmaya başlıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Statis: LUNA
ActionFırtınanın ortası... Keskin bir hava ve soğuk bir deniz. Daha da kötüsü var. Savaş yeni başlıyor.