17. Bölüm: Son Pişmanlık

52 12 0
                                    

"Seni ilk gördüğümde," dedim sevimli bir yüz ifadesi takınmaya çalışarak. Gözlerimi kaçırdım. İsteyerek yaptığım bir şey değildi ama zaten biliyordu. "Korktuğumu anlamaman için epey çaba göstermem gerekti. O an gözümde senden daha tehlikeli biri yoktu ama söylediğim şeyler de doğruydu. Bir insan neden birilerini öldürür, merak etmiştim. Sanırım en kötü huyum, en kötü insanın içerisinde bile bir iyilik bulmaya çalışmak ya da olduğuna inanmak."

Gülümsedi. Elindeki kahve bardağını masanın üzerine koyarak bekledi. "Korktuğunu belli ediyordun ama korkmuyor gibi yaptığını daha çok belli ediyordun," dedi büyük bir sakinlikle.

Onu ilk gördüğümde birini yüzünü görmeden, ellerini tutamadan sevmenin ne denli korkunç olduğuyla yüzleşmiştim. Oysa şimdi görüyordum ama bir değişiklik yaratmıyordu hayatımda. Çünkü en başından beri, görünüşü nasıl olursa olsun, zekasına ve düşünme sistemine aşık olduğumu biliyordum.

"Eylül," diye devam etti. Adımı her söylediğinde aynı tınıyla söylüyordu, oldukça etkileyiciydi ya da ben kendime sürekli ona aşık olmak için bahane üretiyordum. "Çocuklar sence iyi mi doğar, kötü mü?"

"Kolay soru," dedim masanın üzerindeki tabaktan ağzıma bir kraker atarken. "İyi doğar çünkü kötülüğe dair bir fikirleri yoktur."

"Bir varlığın kötülüğe dair fikrinin olmaması onu nasıl iyi yapabilir?" dedi. Suratından anladığım kadarıyla benden beklediği cevap bu değildi. "Sen hayatın boyunca hiç doğduğu anda birinin başını okşayan bir bebek gördün mü? Teknik olarak, evet, yapması mümkün değil ama şayet yapabiliyor olsaydı da yapamazdı çünkü sadece kötülüğe dair değil, iyiliğe dair de hiçbir fikir sahibi değil. Haliyle bebekler tamamen nötr doğarlar. Bir renk üzerinden değerlendirirsek ne siyah ne beyaz ne de gri. Bedeninin tam ortasında bir küre düşün. Tamamen şeffaf. Çocuk büyümeye ve gördüklerini yavaş yavaş anlamaya başladığı andan itibaren o küre bir renge bürünmeye başlar. Ailenin ne verdiği bu kısımda önemlidir. Eğer iyiyi gösterirsen beyaz olur, kötüyü gösterirsen siyah. Fakat bununla bitmez. Büyüyecek, arkadaşlar edinecek, senden görmese bile senin ailenden ya da senin arkadaşlarından gördüklerinden de bir şeyler alacak."

Çayımdan bir yudum aldım. "Bunu nereye bağlayacağını merak etmeye başladım."

"O kürenin tamamen beyaz ya da tamamen siyah olması mümkün değil. Küre bizi, yaptıklarımızı oluşturmuyor, düşüncelerimizi oluşturuyor. Her kötünün içinde iyi düşünce ve her iyinin içinde kötü düşünce vardır. Önemli olan bunun için bir plan yapılıp yapılmaması."

"Yani diyelim kötü bir düşüncemiz var ama bunu uygulamak için hiçbir şey yapmıyoruz. Sence bu kötü bir düşünce sayılmaz mı?"

Kafasını salladı. "Tabi ki sayılır," dedi. "Fakat Yakamoz, düşüncelerin bir önemi yok. Biz hareketlerimizle, sözlerimizle, konuştuklarımızla varız. Tüm dünyayı kurtarmak, bir kahraman olmak istiyorsun ama istemenin bir adım ötesine gidemiyorsun. O zaman ne önemi var? Bir şey yapmalısın, bir adım atmalısın, bir plan yapmalısın. Ancak o zaman iyi misin, kötü müsün anlayabilirsin."

"Bunu bir örnek üzerinde açıklayamaz mısın?"

Duruşunu dikleştirerek ellerini ovuşturdu. Etrafa bakışlarında saklı olan bir heyecan vardı. Sadece bir şeyler anlatırken, düşüncelerini bir başkasıyla paylaşırken ya da çok iyi bildiği bir konu hakkında konuşurken bu heyecanı görebiliyordum. Onu sevgi, aşk, özlem ya da arkadaşlık dediğimiz kavramın heyecanlandırdığını hiç görmemiştim. Görmüşsem de yeterli gelmiş gibi değildi.

Bazen sadece en iyi bildiği konu olmak istediğim zamanlar oluyordu. Beni çok iyi tanısa ve benim hakkımda bir şeyler anlatırken de bu heyecanı gözlerinde yakalayabilsem... İnsan çok sevdiğini bildiği bir şeyin, kendisini ne kadar sevdiğini asla bilemeyeceği için büyük bir buhrana kapılıyordu. Bundan önceki yıllarda ya da yüzyıllarda da dünyanın en büyük problemi 'sevdiği kadar sevilmeme' problemiydi. Kimsenin gerçekten umurunda olan kendisinin ne kadar sevdiği ya da gerçekten ne hissettiği değildi.

Statis: LUNAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin