Gözümden yanağıma doğru süzülen yaşları elimin tersiyle silmiş, hızla koridorun sonuna gelmiştim. Islaklık gözlerimi puslandırmış, kulaklarım her türlü sese sağır olmuştu. Zamanın yavaşladığını hatta neredeyse durduğunu hissettim. Merdivenin basamakları ayaklarımın altında dönüyordu sanki.
Bedenim kalabalığın içine düştü bir anda. Bir sürü gülen yüz ve farklı sesler bir olmuş, aynı cümleyi döküyorlardı ağızlarından.
Elbisesinin içinde adeta bir peri gibi görünen ve elbisenin rengi ile uyumlu o tanıdık mavi gözlere takıldı bakışlarım, ardından elinde tuttuğu mumlar ile bezeli pastaya...
Pastayı düşürmemek için sıkıca tutuyordu, parmak boğumlarından belliydi. Bir sorun olduğunu anlayışını yavaşça solan gülümsemesinde ve meraklı bakışlarında gördüm.
Tek bir kelime dahi etmeden, kalabalığı arkamda bırakarak evden kendimi bir hışımla attım. Orada bir saniye daha durup karşımdaki manzarayı izleyecek gücüm yoktu.
Arkamdan bağıran meraklı sesler kulağıma ilişmişti usul usul.
Umursamadım, öylece çıktım evden dışarı.
Üzerime düşen yağmur damlaları beni bir anlığına afallattı. Duraksadım ve yüzüme çarpışlarını hissetmek istedim.
İçimi ürpertecek kadar soluk çektim ciğerlerime.
Öyle bir histi bu, üzerime geldiğini düşündüğüm bütün duvarlar kırılmıştı, ayaklarımın ucuna dökülüvermişlerdi sanki.
Başım aşağıya düştü, yer döndü bir anda. Tutunmak için bir destek aradım fakat elim boşluğa düştü. Yalpalamaktan başka bir şey yapmadı bedenim.
"Defne!" Uygar'ın sesini duymam ile öfke her bir hücremi doldurdu. Fakat bu bile oradan uzaklaşmama yetmedi.
Bir kaç saniyede dibime kadar gelmiş, bir elini belime yerleştirip yalpalayan bedenimi desteklemişti.
Kısa bir an gözlerinde takılı kaldı bakışlarım, aşık olduğum yeşil gözlerinde. Sanki bu gözler kalbimi avuçlarının arasına alıp söküyordu her baktığında.
Bakışlarımı kaçırmak ve bedenim ile temasını kesmek istedim. Ancak tek yapabildiğim, gözlerimde biriken kırgınlık ile yüzüne bakmak ve "Neden?" diye sorgulamaktı.
"Defne," Ses tonundaki yumuşaklık başımı döndürmüştü. Tek bir kelime dahi etse, göğsünü yuva, ellerini oksijen bilecektim. Beni binbir parçaya bölen o iken, yine ona sığınacaktım.
O an tam da ihtiyacım olan şeyi yaptı, konuşmadı. Öylece sustu. Kelimeleri boğazına dizen şey pişmanlık değildi, görmüştüm gözlerinde.
Yaptığının açıklanabilir bir yanı yoktu ve açıklamak da istemiyordu. Çünkü, her şey onun iradesiyle olmuştu. Bu bir yanlış anlaşılma değildi. Bu bir tesadüf değildi.
Uygar kendi elleri ile beni öldürmüştü.
Son gücümle uzaklaştırdım onu kendimden. Gözlerinin en diplerine, öfke ile baktım.
O ise korkmuşçasına bir adım geriledi. Afallamıştı. Karşısında farklı bir Defne görüyordu, biliyordum.
İçeride ki kalabalık da dışarıya kadar gelmiş, ses çıkarmadan bizi izlemişlerdi.
Gözlerim hızlıca kalabalığı taradı. Hepsi anlamsız bakışlar ile bakıyor, burada ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.
Bakışlarımı kaçırdım ve oradan uzaklaşmak için yürümeye başladım. Bir iki adım gittikten sonra gözlerime ilişen devasa ışıklar ile duraksadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BERCESTE
Teen FictionHangi kitabın hangi sayfasında okuduğumu tam hatırlamıyorum ama şöyle bir cümle okumuştum: Balıklar ağlar, kelebekler intihar eder ve herkes biraz kördür...