Sonsuzluğa uzanan bir evren vardı etrafımızda, algıladığımız her şey kabacaydı. Bitişik duvarlar görürdük, bir uçtan bir uca götüren asfalttan yolları. Muhtemelen bir daha asla görmeyeceğimiz, görsek de tanıyamayacağımız sayısız insan görürdük etrafımızda. Fark edilmezdik, etmezdik de.
Bir anlığına açılırdı tüm algılarımız, sadece bir an. Gözümüz bir nesneye odaklanırdı veyahut bir kişiye. Bir anlığına olsun güneşin sıcaklığını, yıldızların parlaklığını dolu dolu hissederdik. Sahilde oturur, denizin dalgalarının sesiyle sorgulardık bu hayattaki varlığımızı.
Bir insan, her gün kahve almaya gittiği o mekanda yeni birisiyle tanışabilirdi. Sevginin ne olduğunu bilmeyen bir insan, anne olabilir, eş olabilir, aşık olabilirdi. Bir günde, bir dakikada, bir saniyede her şey değişebilirdi.
Benim de hayatım bir gecede değişmişti, saniyeler sonrasında ne olacağını bilmeden atmıştım bütün adımlarımı. Kimse bilemezdi zaten ama herkes benim gibi gözü kapalı adımlamazdı.
"Dalgınsın bu sabah. İyi uyuyamadın mı?" Odadan çıktığımdan beri gözünü bir an olsun benden ayırmamıştı. Aklını kurcalayan onlarca soru vardı ve ne kadar iyi uyuduğum sorusu onlardan biri değildi.
O kadar merak ediyordu ki, bakışları adeta haykırıyordu. Dillendirmesine gerek bile kalmamıştı. Sormak istiyor ama içten içe anlatmayacağımı da biliyordu. Sadece anlatırım diye umut etmişti.
"Gayet iyi uyudum abi." Yalandı. Aksine bütün gece, uykuya her düştüğüm vakit sanki bir şey beni koparıp alıyordu, uyumama izin vermiyordu. Yalnızca sabahın ilk ışıklarıyla birlikte birazcık uyuyabilmiştim.
"Gözlerin öyle söylemiyor." Dilim aksini söylese bile bedenim ondan bir şey saklayamıyordu. Beni bu kadar iyi yorumluyor olmasından ilk defa nefret etmiştim.
Her şeyi en ince ayrıntısına kadar bilmek istiyor oluşu beni oldukça huzursuz ediyordu. Neden bilmemesinin daha iyi olacağını anlamıyordu ki?
Anlattıkça o anlara tekrar tekrar mahsur kalacağımı göremeyecek kadar bencilce davranıyordu. Biliyordum, bu konuyu her defasında eşeleyecek, yanımda olduğunu kanıtlamak isterken daha kötüsüne sebep olacaktı.
"Dün benim için oldukça yorucu bir gündü. Bir gecelik uyku ile toparlayamam kendimi." diyerek konuşmaya bir nokta koydum. Uzatmaması gerektiğini anlamasını umdum.
Ben konuşurken hazırlamak ile meşgul olduğu kahve bardağını önüme doğru sürükledi. Ardından gülümseyip, gömleğinin içine doğru gizlenmiş saatini gözler önüne serdi.
"Tuana bugün Ömer'i getirecekmiş, sabah haber verdi. Geldiğinde eve geçeriz." dedikten kısa bir süre sonra sanki yanlış bir şey söylemiş gibi dudaklarını birbirine bastırdı. "Tabii eve gitmek zorunda değilsin. Burada istediğin kadar kalabilirsin, biliyorsun."
Evet, eve gitmek istemiyordum. Fakat bu kaçınılmaz bir sondu. Eninde sonunda bu durum ile yüzleşmek zorunda kalacağımı biliyordum. Ya şimdi olacaktı, ya da başka bir zaman.
"Nereye kadar erteleyebilirim ki." Sesim adeta fısıltı ile çıkmıştı. Yüzünde ki öfkeli ifadesini görmesem bile hissediyordum. Karşı çıkmak için ağzını açacağı sırada onu susturmak için, "Birazdan hazır olurum." dedim ve bardağı elime alıp, onu arkamda bırakarak ilerledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BERCESTE
Teen FictionHangi kitabın hangi sayfasında okuduğumu tam hatırlamıyorum ama şöyle bir cümle okumuştum: Balıklar ağlar, kelebekler intihar eder ve herkes biraz kördür...