Bedenimin, en çok da ruhumun muhtaç olduğu uyku hasretliği bitmişti ama yine de toparlanamamıştım. Vücudumu dikleştirirken bütün kemiklerimin sızladığını hissettim ve yüzümü buruşturdum. Görüşüm netleşecek kadar gözlerimi açamıyor, perdenin arasından sızan güneş yüzüme vuruyor ve beni rahatsız ediyordu.
Dün olanlar büyük boşluklara rağmen zihnimde canlanıyordu. Silik anılarım beni rahatsız ederken, parmaklarımla şakaklarımı ovma ihtiyacı hissetmiştim.
Üstümdeki örtüyü kenara atıp ayağa kalkmak istesem de yapamamıştım. Daha kalkamadan bütün oda dönmeye başlamıştı. Bir kaç saniye bedenimin yaşadığı şoku hazmedebilmesi için gözlerimi kapattım.
"Pek iyi görünmüyorsun." Kalbim göğsümü delip çıkacakmış gibi korkudan çarptığında başımı sesin odağına çevirdim. Bu kadar zamandır burada, köşedeki koltukta oturmuş beni izliyordu ve ben onu farkedemeyecek kadar sarhoş gibiydim.
"Artık izinsiz odama mı giriyorsun?" diyerek alaycıl bir soru sormuştum. Çatallı sesim ve sakin ses tonum bana acıyarak bakmasına ve gülümsemesine neden olmuştu.
"Şu durumda bile benimle dikleşmeye çalışıyorsun." dedikten sonra gözlerini benden uzaklaştırıp pencereden dışarıya dikti. "Bana neden söylemedin?" dediğinde yüzündeki o samimiyet kaybolmuş, yerini öfke almıştı. Bir ayağı sinirle sallanıyor, ters bir harekette bulunmamak için bu hareketinin arkasında saklanıyordu. Söylemediğim şeyin ne olduğunu anlamak istercesine gözlerine baktığımda derin bir nefes aldı.
"Söylemem gereken ne tam olarak?" dediğim sırada ayaklanmış ve burada oluşunu umursamadan yavaş ve titrek adımlarla dolabımın önüne yürüdüm.
"Bipolar olduğun." dediğinde bir kaç saniye duraksadım ve gözlerimi kırpmadan asılı olan kıyafetlere bakmaya devam ettim. Bir başkasının ağzından ruhuma yapışan bu iğrenç hastalığı duyuyor olmam beni sandığımdan daha çok etkilemişti. Saniyeler bana dakikalar hatta saatler gibi gelirken kendime gelmek için gözlerimi bir kaç defa kırpıştırdım.
"Hakkında konuşmayı sevdiğim bir şey değil bu." Kaybolan sesimi bulup konuştuğumda, bu konuyu uzatmaması gerektiğini ima etmiştim. Fakat bunun üstüne gideceğini biliyordum. Pes etmeyecekti.
"Sen ne yaptığını hatırlıyor musun? Kendini, beni, aileni, hatta en yakın arkadaşını soktuğun durumun farkında mısın?" diyerek beni azarlamaya kalktığında bütün vücudumu ona döndürdüm. Öfkesini istediği kadar dizginleyemiyor, diline kemer vuramıyordu. Belki sınırımı bilememiştim fakat bunun bilincinde değildim. Fakat şu an o, her şeyin bilincindeyken nerede durması gerektiğinin farkına varmalıydı.
"Haddini bil!" diyerek sesimi yükselttiğimde, daha fazlasını söylemek için açtığı ağzı anında kapanmıştı. Kapanmalıydı da. Bu saatten sonra bana söyleyeceği her şeyi yutmalıydı. "Dün ucu sana dokunacak ne yaptığımı bilmiyorum, bilincinde değildim ve geriye dönüp keşke hiç yaşanmamasını sağlayabilseydim." diye sakince özür dilemeye çalıştığımda bir şey söylemek için hareketlendi ama elimi kaldırıp onu durdurdum. "Yine de, bu benimle ailem arasında. Kırdığım bir kalp varsa ben onarırım. Bu benim problemim. Seni ilgilendirmiyor."
"Defne, sen tam olarak ne hatırlıyorsun?" diye ciddiyetin hakim olduğu yüz ifadesine birazcık merak serpiştirmişti. Aklımı yokluyor oluşu beni meraklandırsa da ne hatırladığımı söylemeye korkuyordum.
"Bahçede olanları." Söyleyeceklerini duymaktan korkarak cevaplamıştım. Bu sebeple bütün odağımı ona çevirmiş, kıpırdamamıştım bile. O ise tek bir kelime etmemiş, söyleyeceklerini kendi isteğiyle yutmuş gibiydi. Konuşması için onu zorlamak istesem de yapamıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BERCESTE
Teen FictionHangi kitabın hangi sayfasında okuduğumu tam hatırlamıyorum ama şöyle bir cümle okumuştum: Balıklar ağlar, kelebekler intihar eder ve herkes biraz kördür...