Sabahın olduğunu hatırlatan güneş ışıkları yarım yamalak odanın içine sızıyordu. Ben ise gözlerimi bir an olsun kapatmamıştım. Uykuya bir o kadar aç bir o kadar da uzaktım. Günlerdir bedenimin çektiği uyku hasretine esir olurum sanmıştım. Oysa zihnim bana inat edercesine emir veriyordu, "Uyuyamazsın!" diyordu.
Ayaklarımı yataktan aşağıya sarkıtıp zemine temas ettirmek için biraz bekledim. Beni taşıyacaklarından emin olamamıştım. Sanki ayağa kalktığım anda düşecektim.
O sırada kulağıma ilişen oldukça sessiz sayılabilecek ses beni ayaklandırmıştı. Küçücük bedeniyle bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Muhtemelen acıkmıştı.
Yüzümde oluşan ufacık gülümsemeyle odanın diğer köşesine kadar gidip, önümde ki küçük kaba mama doldurmuştum. Doldurduğum mamayı gördüğünde ufak patileriyle ne kadar hızlı olabilirse o kadar hızlı gelmişti.
Acele ederek yediği mamaları kabın dört bir tarafına doğru dağıtmıştı. Onun bu heyecanına ortak olup gülümsedim. Elimi minicik kafasına doğru uzatıp okşayacaktım fakat dokunduğum an irkilmişti. Ardından başını okşamaya usulca devam ettim. Mırıltıları, ağzında ısırdığı mamaların katır kutur sesleri ne kadar mutlu olduğunu kanıtlıyordu.
"Keyfin yerine geldi ha?"
Böyle oturup saatlerce onu izlemek istesem de yapamıyordum. Her an, mutluluk hissettiğim şu ufacık an dağılıp gidecekmiş gibi hissediyordum. Birazdan birisi şu kapıdan içeri girecek, bir şekilde hayatımın iplerini eline alacaktı. Sanki tekrar ve tekrar bir kukla olduğum yüzüme çarpılacak diye korkuyordum.
Gözlerimin dolduğunu hissettiğim an kafamı iki yana sallayarak kendime gelmeye çalıştım. Güçsüzdüm, zayıftım, yeterince savunamıyordum benliğimi. Kendime en çok da bunu borçluyken, yapamıyordum. Fakat bunu kimsenin görmesine gerek yoktu. Kimse beni bu kadar aciz görmemeliydi.
Bu yüzden hızla toparlanıp, yüzüme o soğuk, taştan duvarları örüp ayaklandım. Üzerime rahat bir şeyler geçirip aşağıya inmek için kendimi hazırladım.
Kapıdan çıkıp merdivenleri bir bir adımlarken kendimi buraya ait hissetmemiştim. Bütün vücudum bir bir yadırgıyordu bastığım, dokunduğum yerleri. Büyüdüğüm bu evin yabancı gelmesi ne kadar acınası bir durumdu.
"Erken uyanmışsın." Koltuğuna oturmuş kahvesini yudumladıktan sonra bedenini bana doğru hafifçe döndürmüş, soru sormuşçasına bir cevap bekliyordu benden. "Hiç uyumadım ki." diyemedim. Onun yerine gözlerimi devirmekle yetindim.
"Uykularım kaçıyor. Tahmin edemedin mi?" dedim alaycıl bir sesle. Ardından karşısında ki koltuğa oturup kahve istediğimi söyledim. Salonun girişinde dikili duran çalışan kafasıyla beni onaylayıp içeriye doğru yöneldi.
"Bir şeyler yeseydin önce." dedi beni düşünüyormuş gibi. İştahım kalmamıştı ki, nasıl yiyecektim?
"Aç değilim." diyerek geçiştirdim. Bu kadar ilgili olması komiğime gidiyordu. İlgisinin mahcubiyetten oluyor olması da ayrı bir ironikti. Bu saatten sonra ağızlarıyla kuş tutsalar inanmazdım.
"İlaçlarını içiyor musun sen?" Şüpheli bakışlarıyla beni iyice süzdü. Sert bir nefes vererek sıkıldığımı belli etmeye çalıştım. Ardından, "İyi olmanı istiyorum. Bana kötülüğünü istiyormuşum gibi davranma lütfen." diyerek üstüme gelmeye devam etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BERCESTE
Teen FictionHangi kitabın hangi sayfasında okuduğumu tam hatırlamıyorum ama şöyle bir cümle okumuştum: Balıklar ağlar, kelebekler intihar eder ve herkes biraz kördür...