Derler ki, ölürken bütün hayatımız gözümüzün önünden film şeridi gibi geçecekmiş.
Ölüm dediğimiz şey insanın ruhunun bedenden çıkması değil miydi oysa? Peki, ruhum çıkarmış gibi hissetmeme rağmen neden ölmüyordum? Neden her şey gözlerimin önünden akıp gitmiyordu, olanları bütün netliği ile görüyordum?
"Defne, özür dilerim ben.." diyerek başladığı sözlerine devam etmemesi için elimi kaldırdım. Bedenim satıldığı için benden özür dileyemezdi. Yalnızca bir özür kurtarmazdı onu, vicdanını rahatlatmazdı.
Öz babam bedenimi satmıştı fakat ruhumun hesabını nasıl yapacaktı? Kaç değer biçecekti yavaşça yitip gitmeme?
"Henüz bir son değil, emin ol! Uğraşacağım." dediğinde bakışlarımı ağır ağır hüzün yatan gözlerine çıkardım.
"Daha ilk deneyişinde pes ederek, her şeyi kabullenmişken mi bana son olmadığını söylüyorsun? Sen yenilgiyi çoktan kabul etmişsin abi, uğraşsan ne olur!" Sesim titrek çıkmasına rağmen söylediklerim hiç olmadığı kadar netti.
"Haksızlık ediyorsun Defne! Senin için her zaman çabalayacağımı, vazgeçmeyeceğimi bildiğin halde, nasıl pes ettin dersin? Nasıl suçlarsın beni vazgeçmekle?" Yüzüme tokat gibi vurduğu sözler canımı acıtmamıştı. Benim canımı bir mal gibi satılmak, işin sonunda korkak gibi kaçmamı teklif etmek yakmıştı.
Ben bu zamana kadar, bu duruma düşmek için mi göğüs germiştim her şeye? Bana varis kıldığı bir hastalık için mi kendimi hırpalamıştım?
"Giray doğru söylüyor Defne." diyen arkadaşım beni şaşırtmıştı. Yanımdaydı, benim elimi tutuyor, bana destek oluyor gibi görünüyordu. Fakat hareketleri yanındayım dese de, dili, kalbi aksini iddia ediyordu. Duyduklarımı hazmedemeyerek hızla kurtardım kolumu elinden.
"Sen de mi Dilan?" dedim sinirimin altında yatan hüzünle. Ardından yutkunup, "Şurada ki herkesten bekliyordum ama sen.." dedim ve sustum.
Kaşlarını acıyarak çattı ve, "Burada ki herkes seni düşünüyor Defne. Öfkenin mantığının önüne geçmesine izin verme." dedi sakince.
İçim birazcık da olsa dedikleri sayesinde soğumuştu. Fakat acının altında yatan öfke yerini hala koruyordu.
"Baba?" Kapının arkasına yaslanmış küçük bedeni, kulaklarıma ilişen çekingen sesi ile bütün öfkem dağılmıştı. Bakışlarım uzun süre Ömer'de takılı kalmış, sesimi yükselttiğim için pişman olmuştum.
Haklılardı. Şu an konuşulacak bir konu değildi bu ve ben inatla zorluyordum. Sanki öfkelensem, bağırsam her şey çözülecek gibiydi ama bunun doğru olmadığını biliyordum. Buradaki herkes bunu çoktan biliyordu fakat sadece ben içimde ki dürtülere engel olamıyordum.
"Gel bakalım aslanım, korkma." diyerek Ömer'i kucağına aldı abim.
"Halam neden bağırıyor?" Sesini alçaltarak sormaya çalışsa da henüz bunu beceremeyecek kadar küçüktü. Abim bir cevap vermeden öylece bana baktığında Dilan gerginliği azaltmak için araya girdi.
"Baban sana şeker almış ya Ömer, halan da ona almadığı için kızdı birazcık." dedi gülümseyerek.
"Ben seninle paylaşırım ki." dedikten sonra abimin kucağından inip, küçük adımlarıyla yanıma kadar geldi. Boylarımızı eşitlemek adına eğildim.
"Bakıyorum paylaşmayı öğrenmişsiniz beyefendi." dedim saçlarını karıştırarak. Ardından yanağına küçük bir öpücük kondurdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BERCESTE
Teen FictionHangi kitabın hangi sayfasında okuduğumu tam hatırlamıyorum ama şöyle bir cümle okumuştum: Balıklar ağlar, kelebekler intihar eder ve herkes biraz kördür...