III

803 90 17
                                    

Amon

"Merhaba!" fırına geldiğimde herkese selam verip, elimdeki sepeti Bayan Jung'a uzattım. Gülümseyerek evde ihtiyacımız olanları söyledim. Hızlıca getireceğini söyledikten sonra kısa bir süreliğine yanımdan ayrılmıştı. Kollarımı tezgaha dayayıp, siparişlerin gelmesini bekledim. Bu sırada içerideki odalardan birinden gelen arkadaşım da yanımdaki yerini almıştı.

"Selam." bugün ilk kez görüşüyorduk. Klinik biraz yoğundu haliyle ben de henüz dışarı çıkabilmiştim. Planımda denizin kıyısına gitmek vardı. Bunları eve götürdükten sonra biraz kafa dinlemek istiyordum. "Hiç konuştunuz mu?" dedim ailesini işaret ederek. Evlenme konusunu açmış olması gerekiyordu ama sanırım arkadaşım hala çekinen taraftı. Başını iki yana salladığında göz devirdim. "Söylemen gerekiyor."

"Biliyorum, ama kolay değil tamam mı? Bir kere bana inanmazlar bile." bu biraz doğruydu. Hangi aile ortada hiçbir şey yokken, 'Ben ve Doğu Prensi evleniyoruz' deyince inanırdı? Herkes öncesinde şaka olduğunu düşünürdü. Yarısı toplu yarısı açık saçlarımı geriye doğru atarken dikleştim. Elbisemin üstünü silkelerken omuz silktim. "Gerekirse o da seninle çabalayacak." Sunghoon'u kastettiğimi anladığında derin bir nefes aldı. Şimdiden sıkıntıyla dolduğunu anlamıştım.

Bayan Jung elindeki sepetimle geri geldiğinde gülümsedim. Saygıyla eğilip, kendisine teşekkür ettim. Arkadaşıma veda etmeden önce son kez uyarıcı bir ifadeyle ona bakıp, ardından fırından ayrıldım. Evim buraya çok da uzak değildi. At arabası olmadan kolayca gidip gelebiliyordum. Yol her türlü dükkana ev sahipliği yapıyordu. Bu sayede keyifli bir vakit sürüyordum. Güneşin batışı, köyümüze de vuruyordu. Hava şimdiden hafif turuncu olmaya başlamıştı. Denize gidip, biraz dinlenmek için harika bir zamandı.

Evime yaklaştığım sırada, kliniğin önünden geçiyordum. Annemle babamı orada gördüğümde, yönümü değiştirdim ve oraya gittim. İçeri girer girmez bana dönen gözlere, sepeti kaldırarak gösterdim. Heyecanla bana doğru koşan kardeşimle küçük bir kahkaha bıraktım. Sepeti babama verdim ve Iseul'ın saçlarını karıştırdım. "Ben yokken verdiğim ödevi yaptın mı?" evet anlamında başını salladı.

Ona vermiş olduğum çizim ödevini göstermek adına kağıdını almaya gittiğinde ben de anneme odaklandım. Planımı kısaca ona da bahsetmem gerekiyordu. "Denize gideceğim. Benden istediğiniz bir şey yoksa tabii." beni onayladı. Iseul ödevini getirip bana gösterdiğinde beğendiğime dair birkaç şey söyleyip, dışarı çıkmaya hazırlandım.

O sırada içeri giren müşterilerle durdum. Bu biraz daha kalmam gerektiğine işaretti. Annem göz ucuyla ilgilenmemi söylediğinde başımı salladım. Deniz işi biraz daha bekleyecekti. Gelen kişiye döndüğümde, benim yaşlarımda bir genç olduğunu fark ettim. Üzerinde bizimkine benzer ama aynı olmadığı belli olan bir kıyafet vardı. Yerli değildi.

"Buyrun, efendim?" müşteri önce beni biraz süzdükten sonra, klinikte göz gezdirdi. "Rahatsızlık verdiysem özür dilerim. Köyde yeniyim, burayı tanımaya çalışıyorum." bunu duyduğuma sevinmiştim. Demek ki deniz işi o kadar da aksamayacaktı. Tebessüm ettim. Ben tebessüm edince o bana daha da odaklandı. Kaşlarım çatıldı. Bana bakış tarzı biraz farklıydı. "O zaman yardım edebileceğim bir şey yok sanırım." kendine geldi beni onaylarken.

İçerideki odalara doğru dönüp anneme gideceğimi belirten birkaç cümle sıraladım. Ardından at arabasına binmek üzere, klinikten çıktım. Önce atları biraz sevip, ardından arabaya oturmuştum. Halatı elime alıp, hafifçe sarstığımda atlar harekete geçmişti. Köyün çıkışına doğru ağır adımlarla gidecektim. Ardından biraz daha hızlanabilirdim. Beni görenler selamlarını eksik etmezken, bazıları da parmakla gösteriyordu ki, bunun nedeninin yirmi üç yaşında olup evlenmemem olabilirdi. Buradaki herkes benden daha erken yaşta evleniyordu. Ben ise görücü usulü değil de, gerçekten severek evlenmek istediğim ve ailem de buna karşı gelmediği için biraz kınanan taraftım.

Yanımda birinin yürüdüğünü hissettiğimde hafif aşağı doğru baktım. Kliniğe gelmiş olan o çocuk benimle birlikte yürümüştü. Gerçekten şaşırarak kaşlarımı çattım bu sefer. Atları durdurup ona yöneldim. "Bir sorun mu var?" iki yana salladı kafasını. "Benim de yolum bu tarafa." gözlerimi kıstım. Yol, birazdan köyün çıkışına geldiğimizden ötürü sadece ağaçların eşlik ettiği ıssız bir yer olacaktı. "Ah, siz de mi yolun sonundaki dükkanlara gidiyorsunuz?" diye bir yalan uydurduğumda bana hemen kanmış ve onaylamıştı. Hızlı hareketlerinden de düşünmeden bir şeyler söylediği anlaşılıyordu.

"Yolun sonunda dükkan yok ama." dedim bir anda modumu düşürerek. Yalanını ortaya çıkardığımı fark edişinin ardından gülümsedi. Biraz daha önüme geçip, konuşmaya başladı. "İnsanlara hep böyle mi davranırsınız?"

"Beni takip edenlere evet." iğneleyici konuşmam onların sözcükleriyle devam etmişti. Kollarını arkasında birleştirmişti. Bana nazaran o çok daha sakin gözüküyordu. "Sizi takip etmek gibi bir amacım yok. Doğu'dan geliyorum. Buraya göç ettim, bu yüzden nerede ne var anlamaya çalışıyorum." biraz durup derin bir nefes aldı. Tek kaşı yukarı kalkarken alaycı bir ifade de takındı. "Beni arabanıza alırsanız bence daha keyifli bir yolculuk geçiririm." dudaklarımı büzdüm. "Ama neden alayım?"

"Yardım sever birine benziyorsunuz. Ayrıca ben de henüz hiçbir yeri bilmeyen bir Doğu'luyum." sessiz kalıp biraz düşündüm. Kötü biri olduğunu sanmıyordum. Bir şey yapacak olsa bunu çoktan yapardı çünkü neredeyse yalnız olduğumuz bir yerdeydik. Dudaklarımı ıslatıp, nefes alıp verdim. "Şüpheli bir hareketinizde sizi aşağıya atmaktan çekinmem." uyarımı yaptıktan sonra rahat binebilmesi için elimi uzattım. Önce biraz dursa da daha sonra tebessüm ederek elimi tuttu. Oturduğunda kendime şans dileyerek halatı biraz sarstım. Atlar hareket etmeye başlamıştı.

Aradan beş dakika geçti, geçmedi sorularını sıraladı. "Doktorsunuz demek." başımı iki yana salladım. Henüz doktor değildim. Sadece aileme yardım ediyordum. "Değilim, hemşireyim." dudaklarını büzdü. Sürekli kollarını göğsünde birleştiriyordu. Bu da bende ister istemez kibirli olduğuna dair bir önyargı bırakmıştı. "İsminiz nedir?" tavrımı hiç bozmadan ona döndüm. "Bunu neden bilmek istediğinizi öğrenebilir miyim?" çekingenliğimden bıkmış olacak ki, büyük bir nefes alıp vermenin ardından tamamen bana döndü. "Birincisi, madem yol boyunca benden bu denli şüphe duyacaktınız neden arabanıza aldınız?" benim bir şey dememe izin vermeden devam etti. Zaten diyecek bir şeyim de yoktu. "İkincisi, size sürekli siz diye hitap etmeyeceğim değil mi?" göz devirdim.

"Kang Amon." memnuniyetle gülümsedi. "Ben de..." sonra durdu. İsmini söylerken neden ikileme düştüğünü merak ederken, halatı sarsmayı unutmuş ve atların yavaşlamasına sebep olmuştum. "Lee Ethan." yabancı adı nedeniyle gerçekten şaşırırken, irileşmiş gözlerimle ona döndüm. Halatı tuttuğum ellerim biraz gevşemişti. "Doğu'ya göç etmiş bir ailenin tek çocuğuyum. Bu yüzden ismim farklı." başımı salladım ne kadar garip gelse de. "Aileniz de burada mı?" diye sordum merakımı giderircesine. "Onlar öldüler."

Dudağımı ısırdım. Bu acıyı birine tekrar hissettirmeyi sevmiyordum. "Özür dilerim." ellerini iki yana salladı üzülmemem için. Ardından gözleri halatta takıldı. Benimkilerin hemen yanına kendi ellerini yerleştirdi. "Halatı sıkı tutmazsak, atlar bizi dinlemeyebilir." o an ilk defa, birinin bana bakışını garipsemiştim. Tuhaf bir şekilde ilgimi çekmişti. Gülmüştü, gözleri kısılmıştı ve dudakları yukarı kıvrılmıştı. Başımı aşağı yukarı hareket ettirirken önüme döndüm. Gözlerimi kırpıştırdım kendime gelmek adına. Ethan denen bu adamdan biraz etkilendiğim doğruydu.

limerence ❀  lee heeseungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin