"Günaydın." dedi Sunghoon, kraliyette bana verilen küçük odanın kapısında dikilirken. Saygıyla selam verdiğimde kızmıştı. "Etrafta kimse yok, doğal davran." yine de içim rahat etmeyeceğinden şu anki tavrıma devam etme kararı almıştım kendimce. Gözlerimden uyku akıyordu ve bunu karşı taraf kolayca görebilirdi. Dün gecenin olaylı saatlerinden sonra burada kalmamı söylemişlerdi.
"Prenses uyandı mı?" başını hayır anlamında sağa sola salladı. Onu kurtarmıştım. Tabii ki kolay olmamıştı ve bir süre için yine bütün mızraklar bana dönmüştü. Ama Kral Heeseung yanımdaydı ve o anı iyi yönetmişti. Bana karşı saldırılarının tedaviyi etkilediğini bildiğinden onları durdurmuştu. Prensesi kurtarabilmiştim. Sabaha karşı saray doktorları da geldiğinde, doğru bir tedavi yaptığımı söylemişlerdi. İster istemez rahatlamıştım çünkü onlar gibi profesyonel değildim.
"Peki ben ne zaman gidebilirim? Ailem merak içinde olmalı." dedim balkon camından, tepeye doğru çıkmakta olan güneşe bakarken. Bu saatte genelde birlikte kahvaltı eder olurduk ama şu an boğazlarından lokma geçmediğine emindim. Gözlerimi kapattım. Kral Heeseung'ın yanında olduğum her an, başıma bir dert alıyordum. Uyumamış ve kendime uzunca düşünme zamanı bırakmıştım. Bu sırada bunu da fark etmiştim. Dudaklarımı ıslattım. "İstersen şimdi gidebilirsin. Kraliyet ailesine haber veririm. Sorun etmeyeceklerdir. Seni kahramanca davranışın için burada bir gece ağırladık. Tekrardan teşekkürler." saygıyla eğildim yine. Kızacak gibi olsa da, arkadan çıkagelen Heeseung'la durmuştu. Kral, önce rahatlamış bir yüzle bana ardından şaşkın bir ifadeyle kuzenine dönmüştü.
"Sabahın bu saatinde neden Amon'un odasındasın?" belki de bana sadece ismimle, samimi bir şekilde ilk seslenişiydi. Gözlerimin irileşmesine ve kalbimin hızlanmasına sebep olmuştu. Sunghoon da gergince hemen arkasındaki kapıyı kapatmış ve kuzenine geri dönmüştü. "Yeni mi uyandın? Birinin seni duyabileceğini unuttun mu?" omuz silkti. "Hala sorumun cevabını alamadım." derin bir nefes aldı Sunghoon. Yarım ağız sırıtırken bana doğru yöneldi. "Sonra görüşürüz. Muhafızlara gidebileceğini haber ederim." kapıyı yavaşça açmış ve Heeseung'ın ona olan sert bakışlarıyla odadan ayrılmıştı. Peşinden kapı yine kapatılmıştı.
Bu sefer ikimiz yalnız kalmıştık. Bir süre sessizlik hakim olmuştu ama ilk cümleyi söyleyen de o idi. "Gidiyor musun?" sessiz kalmayı tercih ederek sadece başımı sallamakla yetindim. Sözlerine devam etmişti. "Kahvaltıya kalamaz mısın?" yutkundum. Nazikçe reddetmem gerekiyordu. Kabul etme seçeneği aklımın ucundan bile geçmemişti. "Beni mazur görün Kralım ama, ince teklifinizi reddetmek zorundayım. Ailem beni merak ediyordur, yanlarına gitsem iyi olacak." anlayışla karşılamıştı. Dün gece yaptıklarım için çok kez teşekkür etmişti. Kardeşini çok seviyordu ve bunu bana bile hissettirmişti. "Muhafızlara söyleyeyim, sana bir araba hazırlasınlar." hızlıca ellerimi iki yana salladım. Kendim gitmek istiyordum.
"Gerek yok ekselansları. Teşekkür ederim ama ben yürümek istiyorum." bana hayretle bakmış ve o yolu nasıl yürüyeceğimi soran bakışlar atmıştı. "Köydeki hareketimin yarısı bile olmayacaktır efendim. Biraz yürümek istiyorum." sustu ve durdu. Bir şey demeden saniyelerce bekledi. Aslında karşı gelecek ve bana zorla bir at arabasını ayarlayacağını düşünmüştüm ama öyle olmamıştı. Yine anlayışla karşılamıştı. Küçük bir farkla... "Kral olduğum için bundan sonra nadiren köye inebileceğim. Son kez, ben de gelsem güzel olur. Öyle değil mi?" sırf benimle olmak için bunu yaptığını biliyordum. Dün akşamdan sonra ister istemez bundan daha da emin olmuştum. Ama Kral'ın kendi fikriydi ve onun fikirlerini eleştirmek bana düşmezdi.
Bir şey diyemeyeceğimi bildiğinden gülümsedi. "Kapıda buluşur muyuz öyleyse? Odamda biraz işim var. Ama sen beni özlemeden hemen yanına gelmiş olurum." yanaklarıma hücum eden kızarıklığı derinden hissetmiştim. Böyle konuşması yüzüne bakarken utanmama sebep oluyordu. Kıkırdadı. "Yeni uyandığından mı yoksa bugün fazla mı utangaçsın Amon?" daha fazla dayanamayarak derin bir nefes aldım. Biraz saygısızca görünebilirdim ama bir an önce bu anı bitirmem gerekiyordu. "Sizi aşağıda beklerim ekselansları." diyerek saygıyla eğildim. Konuşmayı bitirmek istediğimi anladığında yine kıkırdadı. Ardından yanımdan ayrılmıştı.
__
İkimiz birlikte yola çıkmıştık. Yürümeye başladığımız zamandan itibaren belki iki üç dakika anca geçmişti. Ortalama uzunlukta bir yolumuz vardı. Yorulacağımızı düşünmüyordum. "Dün akşamki olay, araştırıldı mı ekselansları?" dedim merakıma yenik düşerek. Prensesin vurulmasının sebebi basit bir şeymiş gibi gelmiyordu. Hiçbir muhafız köy içinde ve saray içinde tüfeğini taşımıyordu. Sadece bölge dışında taşırlardı. Bana döndü. Yüzünde arada kaldığını belirten bir ifade vardı. Sanırım bana söyleyemeyeceği kadar büyük bir olaydı. Gülümsedim. "Anlıyorum, umarım her şey yolundadır." dedim kendini kötü hissetmemesini umarak. Ne kadar karşısında halkından basit bir köylü olarak dursam da, onun bana öyleymişim gibi bakmadığını biliyordum.
"Özür dilerim Amon ama sarayı derinden ilgilendiren bir konu." yine adımı ağzından duymak beni gererken başımı iki yana salladım. "Sadece prensesi düşündüm efendim, sorun değil. Benden özür dilemeyin." ortamı yine sessizlik kapladığında bu sefer soru soran o olmuştu. "Dün akşam korktun, değil mi?" doğruydu. Ölüme bir kez daha bu kadar yakın olmak korkutuyordu. Herkesi korkuturdu. "Kim korkmaz ki?" diyerek kendi sorusunu cevapladı. "Ben bile senin için korktum." derin bir nefes aldım. Belki de artık bu işi ele almam gerekiyordu. Kendime şans dileyip, sözcüklerimi güzelce seçmeye çalıştım. "Ekselansları, dün akşam hakkında konuşabilir miyiz?" kaşlarını çattı. Yürümeyi kesti ve ellerini arkasında birleştirdi.
"Bizim hakkımızda." derken istemeden utanmıştım ama o benim aksime sırıtmıştı. Umudumuzun olduğunu düşünüyor olabilirdi ama imkansızdık. Ve bunu anlaması gerekiyordu. "Efendim, saygısızlık etmek istemem ama sözleriniz-" beni susturdu. Gözlerini kısa bir süre kapattı. Devam etmek istemiştim ama kendisi ağzını araladığında bir şeyler söylemek üzere olduğunu anladım. "Amon..." dudaklarını ıslattı. "Senden hoşlandığımı açıkça belli ediyorum." kesinlikle istemediğim şey olmuştu. Kalbim hızlanmaya başlamıştı ve daha da kötüsü, Heeseung devam ediyordu. "Ve bunu ne zaman belli etsem bana kaçamak bakışlar, ya da sözler atıp gidiyorsun. Rahatsız olduğunu düşünüyorum, ama sonra bana gülümsüyorsun ve bundan vazgeçiyorum."
İçinde biriktirdiğinden bi haber olduğum her şeyi tek tek söylerken direkt olarak gözlerime bakıyordu. "En başında seni Sunghoon'la birlikte sanarak çok zaman kaybettim zaten, artık kaybedemem." ben bir şey demeden elimi tutunca, geri de çekememiştim. Nazikçe sol elinin üstüne koymuş ve diğeriyle de üstünü kapatmıştı. "Kraliçem olmanı istiyorum." o an sanki kuşlar dahi durmuştu. Hepsi cıvıldamayı kesmiş yaşadığımız ana odaklanmıştı. Her biri bu saniyelerin şahidi olmuştu. "Ben basit bir köylüyüm." diyebilmiştim sadece ama o ne demek istediğimi anlamıştı. "Bu umrumda değil. Sevdiğim kişiyle birlikte olmayacaksa, evlenmenin bir anlamı yok."
Cevap vermemi beklememiş ve ceketinin iç cebinden ona verdiğim eşarbı çıkarmıştı. Elimi bırakıp eşarbı boynuma dolamaya başlamış, bir yandan da devam etmişti sözlerine. "İki gün sonra yine burada olacağım. Güneş batarken... Eğer gelirsen..." yutkundu. "Senin de beni sevdiğini düşüneceğim, ve ne olursa olsun seni kraliçem yapmak için uğraşacağım." düşmeyeceğinden emin olacağı bir şekilde bıraktı eşarbı. Ardından omuzlarımdan tutup kendine çekti. Sanki hiç bırakmak istemiyormuş gibi sarılmıştı bana. Kolları belimi sarmıştı. Benimkiler ise havadaydı. Sarmakla sarmamak arasında kalmışlardı. "Cevabın ne olursa olsun, bana özgür hissettiğim anılar bahşettiğin için seni daima seveceğim Amon. Teşekkür ederim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
limerence ❀ lee heeseung
Fiksi Penggemar"Şimdi, yine birer yabancıyız birbirimize. Ama bu sefer, birikmiş anılarla birlikte."