XV

519 67 6
                                    

Amon

Uzun demirlerin arasından merdivenlere bakmaya çalışırken, dudağımı ısırdım. Neden istediğim hiçbir şey yolunda gitmiyordu? Başımı onlara yasladım ve gözlerimi kapattım. Ne zamandır burada olduğumu bilmiyordum. Heeseung bir şey dememi bile beklemeden diret emir vermişti muhafızlara. Bu yüzden buradaydım. Yeonjun nereye götürülmüştü bilmiyordum ama onu daha çok itip kaktıklarının farkındaydım.

Derin bir nefes aldım. Sessizce dikilip birinin gelmesini bekleyemezdim. Yanlış anlaşılmayı düzeltmek istiyordum ama bu nasıl mümkün olurdu bilmiyordum. "Muhafızlar! Bakar mısınız! Bakın beni dinlemeniz gerekiyor!" ayrıca Kuze Krallığı işi de vardı. Eğer evlenirlerse, her şey için çok geç olacaktı. Bu sabah, eğer ki o kadar vakit geçmediyse, hızlıca takımını diktiren Kraliçe için yarın düğünü yapmak da zor olmazdı. Yutkundum. Kimsenin beni taktığı yoktu. "Lütfen! Konu Kral'la ilgili! Dışarı çıkmak istemiyorum sadece beni dinlemeniz gerek-"

Merdivenlerin başından bir ışık patladığında konuşmamı durdurdum. Kapının kapanma sesi gelmiş, ardından da birkaç adım duymuştum. Aşağı inen kişiyi önce bir muhafız sansam da asil kıyafeti nedeniyle hemen kavramıştım kim olduğunu. Mutsuzdu. Beni burada görmek istediği son şeydi belki de. Ben de bu türden bir yanlış anlaşılmanın içerisinde bulunmak istemezdim ama işte buradaydım. "Heeseung." dedim resmiyeti geçerek. Birkaç saniye önceki gibi parmaklıklara yapıştım. Başımı iki yana salladım hızla. Gözlerimden istemsizce yanlar akmaya başlamıştı çünkü burada olmak hem korku, hem de üzüntü duymama sebep oluyordu.

"Yeonjun'la bir alakam yoktu. Yemin ederim." direkt gözlerimin içine bakıyordu. Yalan söyleyip söylemediğini anlamak ister gibi bir hali vardı. Bunu bakışlarımdan anlamaya çalışıyordu. Ben ise derdimi anlatmaya çalışıyordum. "Aslında yanına gelmeye çalışıyordum. Yanına gelecektim çünkü-" elini kaldırınca durma gereği hissetmiştim. Birkaç saniyelik bir sessizlikten sonra benim konuşmama kalmadan kendisini konuşmaya başlamıştı. "Madem ki kardeşimin yaralanmasından sorumlu değilsin, o zaman neden onunlaydın?" dudaklarımı ıslattım. İsterse her dakika kendimi açıklardım. "Yeonjun benim eski nişanlım." kaşlarını çattı.

"Sana anlatmıştım. İlk tanıştığımızda." o an gözlerimin önüne geldiğinde tebessüm ettim ama benim aksime Heeseung öyle yapmamıştı. Hatırladığını belli eden bir baş hareketiyle devam etmemi söylemişti. "Senin yanına gelmek üzereyken kardeşinin yardıma ihtiyacı olduğunu söyledi. Ağır yaralı olduğunu."

"Neden sen? Köyde senden başka doktorlar da var."

"Çünkü annemle babam neler olduğunu soracak ve ona yardım etmek adına biraz düşüneceklerdi ama ben hasta seçmiyorum." dedim her zaman uyguladım sistemi söylerken. Benim işim insanları tedavi etmekti. Adaleti sağlamak değildi. Ne kadar istemesem de, önümde kurtarabileceğini biri olduğu müddetçe yardım etmeye hazırdım. "Seçmen gerekseydi?" bu sefer kaşlarını çatan taraf bendim. Durdum ve geri çekildim. Benimle konuşma tarzı bile mesafeliydi ama kelimelerini 'sen' diye kuruyordu.

"Beni öldüren bir kişiyi kurtarmak ister miydin?" nefesim kesilir gibi olduğunda, biraz durmamız gerektiğini düşündüm. Uzun zamandır yerin altında ve dört duvarı çevrili küçük bir yerde durduğum göz önünde bulundurulursa daralmam normaldi. Saçlarımı düzeltirken, ağzımı araladım. "Ölürse cezasını çekmeden bu dünyadan gitmiş olur. Onu kurtarır ama daha sonra yaşadığı için pişman ederdim." o an uzun bir süreden sonra ilk defa sırıtmıştı. Elleriyle oynadı. Ardından eğik başını kaldırdı.

"Yanıma gelecek miydin?" evet anlamında kafamı oynattım. Yutkundu. "Peki beni sevdiğinden mi, yoksa kaybetmek istemediğinden mi?" işte bunda emim değildim. Heeseung'a değer veriyordum ama onun beni sevdiği gibi miydi? Aynısını ona ben verebilir miydim emin değildim. Ben durunca, o da bakışlarını doğrultmuştu. Elindeki anahtarı yeni fark ettiğimde, deliğe götürmeye yeltendiğini görmüştüm. Cevabıma göre, o da kapıyı açacaktı. Dudağımı ısırdım. Sırf onu seviyorum ya da değer veriyorum diye beni buradan çıkarmasını istemiyordum. Suçsuz olduğumu anlaması gerekiyordu.

"Suçsuz olduğumu düşünüyor musun?" anahtarı geri çekti. Biraz bekledi ama ben cevabı anlamıştım. Göz devirdim. Suçsuz olduğumu düşünmüyordu. Bunu beni sevdiği için yapıyordu. Hayır anlamında kafamı oynattım. "Beni suçsuz olduğumu anladığında çıkarırsın." o anki sinirli Kuzey Krallığı meselesi tamamen aklımdan çıkıp gitmişti. Heeseung daha fazla bir şey söylemeden merdivenlere ilerlemiş ve beni zindanda yine yalnız bırakmıştı. Sıkkınlıkla karışık derin bir nefes almıştım.

Kendimi tutamadım. Sessizce ağlamaya başladım. Suçsuz olduğumu kanıtlayacak çok şey yoktu. O zaman ne yapacaktım? Sürekli burada mı kalacaktım? Ya da çıksam bile herkes bana suçlu gözüyle mi bakacaktı? Ailem beni merak etmiş olmalıydı. Burnumu çektim hüzünle ve yere çöktüm. Eteğim bütün bacaklarımı örterken ellerimi yüzüme koydum. Göz yaşlarımı sildim. Kader bana gülmüyordu. Her şey gittikçe daha da kötü oluyordu. Üstelik ben hiçbir şey yapmıyordum.

____

"Ağlama." tanıdık gelen o sesi duyduğumda irkildim. Heeseung'la konuşmamdan sonra aradan baya zaman geçmişti ve bu duyduğum ilk seslerden biriydi. Sunghoon, parmaklıklara yaslanmış bir şekilde bana bakarken gözlerim irileşti. Fakat o kadar isteksiz ve yorgundum ki, hiç ayağa kalkamamıştım. "Burada ne işin var?" omuz silkti. Başını da yaslayıp tavana doğru baktı. "Bu soruyu benim sana sormam gerekiyor bence." sustum. Benim hiçbir suçum yoktu ama o inanacak mıydı? Kuzeni gibi davranabilirdi. ''Heeseung hayal kırıklığına uğradı Amon. Buraya ayak bastığınızdan beri yüzü asık ve ağzında sakız gibi dolanan tek şey de adın.'' yaptıklarımdan dolayı daha da pişman olmuştum. İlk defa hemşire olduğum için pişman olmuştum. Hayat kurtardığım için kendime hakaret ediyordum. Başkasının geleceğini kurtarmak adına kendiminkini tehlikeye atmıştım. Ama bırakın bir taşta iki kuşu bir kuş bile vuramamıştım.

Sessiz kalmayı tercih ettim. Göz yaşlarım yanımda prensin olmasını umursamadan döküldü yanaklarımdan. Engel olmadım ben de. Ne ailem benden haber alabiliyordu ne de ben olduğum yerden mutluydum. ''Ağlama.'' diye yineledi sözlerini Sunghoon ama başımı iki yana sallayarak devam ettim. ''Bu durumda gülmem mi gerekiyor?''

''Sana inanıyorum Amon bu yüzden buradan çıkmana yardım edeceğim.'' duyduklarımla durmuş ve yutkunmuştum. ''Bu yüzden ağlama demiştim.'' kaşlarımı çattım. Ayağa kalktım ve parmaklıklara ilerledim. Göz yaşlarımı elimin tersiye sildim. Masum olduğuma inanan bir tek o vardı. Peki o neye dayanarak bunu yapıyordu? ''Sen Heeseung'la bana ihanet etmezsin biliyorum.'' derken bana doğru dönmüştü. Ellerimi tutmuş ve aramızın hala eskisi gibi olduğunu hissetmemi sağlamıştı. İçim gittikçe rahatlıyordu. Ta ki o konuşana kadar. ''Şimdi buradan çıkıyorsun. Çünkü o salak sinirden bir hata yapmak yani evlenmek üzere ve onu durduracak tek kişi de sensin. Bu kadar erken olmaması gerekiyordu.'' ne zamandır elinde olduğunu görmediğim anahtarı yerine sokarak kapıyı açarken gerilmiştim. O bana inanmıyordu onu nasıl durduracaktım?

Yutkundum. ''Bana güvenmiyor, inanmıyor. Nasıl yapacağım?'' beni dışarı doğru çekti. Ardından yukarı doğru baktı. Büyük ihtimalle muhafızı gözetliyordu. Bana hiç bakmadan konuşmuştu. ''Nefes alsan sana aşık oluyor Amon.'' göz devirdi ve merdivenlere ilerledi. Derin bir nefes aldı. ''Ben çıkıp muhafızı oradan götüreceğim. Ana salona gitmen gerekiyor.'' çıkmak adına adımladığı sırada, son kez bana dönmüştü. Biraz yere bakındı, ardından tek umudu buymuşçasına devam etti. ''Ona gerçekten vazgeçmesini sağlayacak bir şey söyle. Emin ol Kuzey Krallığını umursamadan direkt sana gelecek.''

limerence ❀  lee heeseungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin