Heeseung
Güneş artık tepede gözükmüyorken hüzünlü bir şekilde tebessüm ettim. Kendimi geleceğine o kadar inandırmıştım ki, aksini düşünmemiştim hiç. Onun da bana değer verdiğini düşünmüştüm ama öyle değildi anlaşılan. Başımı kaldırıp onun geleceği yola baktığımda kimse yoktu. Sadece hayalini yaşatıyordum aklımda. Belki bir işi çıkmıştı. Bir sorunu vardı. Ya da kendimi mi kandırıyordum? Derin bir nefes aldım. Başımı iki yana salladım. "Gelmeyecek Heeseung." elimde tuttuğum ve ona vermeyi düşündüğüm yüzü etrafında çevirirken yutkundum. Daha önce hiç bu kadar üzgün hissetmemiştim kendimi.
Sanki biri beni bıçaklamıştı. O hissiyatı tatmamıştım ama böyle tanımlayabilirdim. Dudaklarımı ıslattım. Daha fazla beklemenin bir anlamı yoktu. Yüzüğü cebime koydum. Saraya dönüp, annemin seçtiği o harika gelin adaylarından biriyle evlenmem gerekiyordu. Oraya döndüğüm an, oraya ayak bastığım an bunu kabul etmiş olacaktım. Alayla sırıttım. Gerçekten böyle olacağını hiç düşünmemiştim.
Ayaklarım gitmek istemediğinden bir hayli yavaş hareket ediyordu. Sanki, en ufak bir ses duysam dönüp o olduğuna inanacaktım. Öyle de olmuştu. Bir ses duymuştum ama bu Amon değildi. Birkaç atın sesiydi. Kaşlarımı çattım. Hemen karşımdan, sarayın olduğu yerden geliyorlardı. Benim önümde durmuştu at arabası. İçerisinden Murrel çıktığında şaşırmadan edememiştim. Burada olduğumu bilmiyorlardı. Ellerimi arkamda birleştirdim. "Beni takip ettiğini düşünmeme başlıyorum Murrel." kafasını iki yana oynattı. Saygıyla eğildi at üzerindeki muhafızlar da öyle yaparken. Ardından bana daha da yaklaşıp gergin bir yüz ifadesiyle konuştu.
"Sizi takip etmiyorum ekselansları ama sizi iyi tanıyorum." o an gerçekten üzgün olduğumu anlamış gibiydi. Ne yapmak üzere olduğumu ve ne için bu halde olduğumu biliyordu. Kral-muhafız ilişkisini bir kenara bırakıp, elini omzuma koydu destek vermek istercesine. O ana kadar hissetmemiştim belki ama buna ihtiyacım vardı. "Sizin adınıza üzgünüm Kralım." sorun olmadığını belirtmek adına başımı hafifçe oynattım. Elimi omzuna koyup birkaç kez patpatladım. Kendimi ve çevredekileri buna inandırmak istiyordum.
"Bu durumda sizi meşgul etmek istemezdik ama bir gelişme var." kaşlarımı çattım. Murrel, yanına gelen muhafızdan bir parşömen almış ve bana doğru açmıştı. Ben henüz ne olduğunu anlamaya çalışırken o sinirli bir şekilde konuştu. "Bir şahit efendim." gözlerim irileşti. Bakışlarımı parşömenden ayırıp ona çevirmiştim. "Onları bulduk."
<•>
Amon
"Merak etme, iyi olacaksın Beomgyu. Sadece dikişlerine dikkat etmen gerekiyor." derin bir nefes aldım. Çöktüğüm yerden ayağa kalkıp eski nişanlıma döndüm. Parmakları dudaklarında geziyor ve endişeyle tırnaklarını dişliyordu. Neler döndüğünü henüz öğrenmemiştim ama dediğinde haklısın. Kardeşi ağır yaralanmıştı. Onu bu hale kimin ya da neyin getirdiğini bilmek hakkımdı. Çünkü bir şey olduysa benim de başım beladaydı. Ona dik dik baktığımı fark ettiğinde, ellerini beline indirdi. Bakışlarıyla kapıyı gösterin, başını da hafifçe oraya yöneltti. Son kez Beom'a dönüp bir şeyler ekledikten sonra onunla beraber kapıya ilerledim.
"Dürüstçe ne olduğunu söyle." dedim katı bir tonla. Başını olumlu anlamda salladı. İçerideki kardeşinin bizi duymayacağından emin olduktan sonra konuşmaya başladı. "Sana güveniyorum, lütfen bunu kimseye söyleme." yutkundum. Başlarına ne gelmiş olabilirdi ki? Saçlarını sinirle geriye doğru itti. "Taç giyme töreninde aniden patlak veren olayı hatırlıyor musun?" unutmak mümkün müydü? Korku dolu anlar yaşamıştım. Bir an olsun aklımdan çıkmıyordu. "Prensesi biz vurduk." elimde tuttuğum bez yere düşerken, birkaç adım geriledim. Titremeye başlamıştım. Şu an bir haine yardım etmiştim. Ağzımı araladım ama konuşamadım. Bu nasıl benim başıma gelmişti?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
limerence ❀ lee heeseung
Hayran Kurgu"Şimdi, yine birer yabancıyız birbirimize. Ama bu sefer, birikmiş anılarla birlikte."