Heeseung
Önümde dururken takındığı yüz ifadesi ve hareketlerinden anlıyordum benden çekindiğini. Eskiden de böyle olurdu ama bu kadar olmazdı. Amon çok açık sözlü olduğumda utanırdı ama benden çekinmezdi. Derin bir nefes alıp dudaklarımı ıslattım. "Neden böyle duruyorsun?" dedim bahçede kahvaltı ederken. Aşırı rahatsız bir hali vardı ve moralimi de bozan buydu.
"Seni-" dedi önce, ardından birkaç saniye durdu. "Sizi hatırlamadığım için suçlu hissediyorum." Ellerinden tuttuğu çatalları bıraktı kucağına yerleştirdi. Bakışları da oradaydı. Biz hariç yanımızda kimse yoktu. Özellikle yalnız olmak istemiştim belki beni hatırlar diye. "Senin suçun değil ki." Ben de elimdekileri bırakmış ve tamamen ona odaklanmıştım. Başını aşağı yukarı salladı. Derin bir nefes aldı. Aklıma takılan 'siz' kelimesiyle ben konuşmaya devam ettim.
"Bana sen diyebilirsin bu arada. Eskiden gerçekten yakındık." Şaşırmıştı. Bir köylü olduğunu hatırlıyordu ama bana dair her şeyi silinmişti. Kardeşimin prenses hatta kuzenimin de arkadaşı olduğuna kadar her şey aklındaydı. Ben yoktum işte. "Gerçekten mi?" Onu onayladığımda, kaldığı yerden devam etti. "Nasıl bir ilişkimiz vardı?" Dudaklarımı büzdüm. Doktor ona travmasını hatırlatmanın faydası olmayacağını söylemişti. Bu yüzden o geceden bahsetmemek üzere herkesi tembihlemiştim. Köye de fazla inmediğimiz için sorun çıkarmıyordu.
"Sen benim..." birkaç dakika için durdum. Nişanlım değildi, kraliçem hiç değil. Kız arkadaşım? Biraz karmaşıktık işte. Bana meraklı gözlerle bakmaya başladığında pes etmiştim. Eskiyi er ya da geç hatırlayacaktı. O zaman doğrusunu bilebilirdi. "Sen benim kız arkadaşımsın." Gözleri irileşince istemeden gülümsemiştim. Çok tatlı durduğunu kabul etmem gerekiyordu ama ifademi korumaya devam ettim. Eliyle kendini göstererek, tekrarlamamı rica etti. Yine inanmayınca kıkırdamıştım.
Elleri saçlarına gitti. Önüne düşen tutamları kulağının arkasına atıp derin derin nefesler aldı. "Bu çok fazla." Kaşlarımı çattım. Yemeğini bir türlü yiyemediğini fark ettiğimde, tabağını önüme aldım. Onun için küçük parçalara ayırırken, anlatmasına izin verdim. "Her şey peri masalı gibi." Dudaklarımı ıslattım. Öyle duruyor olabilirdi ama gerçekti. Tıpkı istediğim gibi... Tabağını ona geri uzatırken, teşekkür etmiş ve başını hafifçe aşağı indirmişti. "Basit bir köylü kızıyken, seninle birlikteydim yani?" Resmiyetten öncekinden daha hızlı kurtulduğumuz için sevinmiştim. Evet anlamında mırıldandım.
"Kötü son yok mu?" Ağzıma götürmek üzere olduğum çatalı yarı yolda durdurup öylece kalmıştım. Kötü son olmuştu... Ama o bunu hatırlamayacaktı. Sadece bakışlarım ona döndüğünde bir gariplik olduğunu anlamış olmalıydı. Öksürdüm. Sahte bir gülümseme yerleştirdim yüzüme. "Hayır. Kötü son olmadı. Şu an yanımdasın ve mutluyuz." Gülümsedi. Tabağındaki yemeğe çatalını batırıp, nihayet bir lokma attı boğazına. Daha fazla ona bakmadım ve yemeğime döndüm.
Bana bazen neden hafızasının silindiğini soruyordu ama ben kaçamak cevaplarımla yanıtlıyordum onu. Diğerleri ise cevap vermelerinin yasak olduğunu söyleyip kolayca kurtulabiliyordu. Kahvaltının geri kalanı, benim basit çabalarımla geçmişti. Ona eski anılarımızdan bahsetmiştim. Ayrıca akşama doğru ailesinin saraya geleceğini haber vermiştim. Onu buradan çıkarmayacaktım. Bu bencilceydi farkındaydım ama birinin bile ağzımdan travmayı duymasını istemiyordum. Ve bunu ben yanında değilken sağlamak epey zordu.
"Eskiden seninle ne yapardık?" sorduğu soru, birkaç saniye afallamama sebep olmuştu. Nedeni, eskiden vakit geçirmek için çok zamanımızın olmamasıydı. Hatta doğru düzgün birlikte bir anımız bile yoktu, hepsi kargaşadan ibaretti. Dudaklarımı ıslattıktan sonra, öylesine bir etkinlik sttım ortaya. "Resim çizerdik." kaşları şaşırdığını belli edercesine kalktığında ben de gerilmiştim. Kahvaltımızın zaten bitmiş olmasından yararlanıp, ayağa kalktı. Hemen yanıma gelip, elimi tuttı ve çekiştirmeye başladı.
"Gidip resim çizelim." bu istekli haline karşı gülümsedim. Eskiden çok kez yaptığımızı düşünüyordu ama ilk kez böyle bir şey yapacaktık birlikte. "Acele etme. Birlikte çok zamanımız var." omuz silkip beni çekiştirmeye devam etti. Eski Amon'dan geriye biraz farklı bir Amon kalmıştı. Bir kere tamamen rahattı. Eskisi gibi herkesin ne düşüneceğini takmıyordu. Tek düşündüğü o andaki kişiler oluyordu. Doktor bunun normal olduğunu söylemişti. Hafızası geri geldiğinde eskisi gibi olacağına dair söz dahi vermişlerdi.
"Tamam o zaman. Odamı hazırlatayım."
_____
Kağıtlar karşımızdayken, değişik çiçeklerden yapılan boyalar da hemen yanımızdaydı. Resim konusunda mütevazi olamayacaktım. Bu işte iyiydim. Fırçamı, bir renge batırmak üzereyken Amon'un hareketsiz durduğunu görünce ben de birkaç saniye beklemiştim. Ne düşündüğünü merak etsem de, sormamış ve anlamaya çalışmıştım. Başarılı olamadığımda, şans eseri o bana dönmüştü.
"Tahtadaki gibi bir kahverengiyi nasıl elde ederim?" Sorusuna karşılık olarak kaşlarımı çattım. Hızlıca birkaç rengi karıştırırken fırçasına da biraz aldım ve ona geri uzattım. Kendi resmimi bırakmış ve ona odaklanma kararı almıştım. Yarım daire çizmişti. Kağıdın neredeyse tam ortasını kaplıyordu. Ardından benim yaptığım rengi biraz açarak devam etti. Sonra benden birkaç renk daha istemişti ama birinin bile uyumlu olduğunu söyleyemezdim. Yine de bunu bilinçli yapıyor gibiydi bu yüzden ses etmedim.
En son bitirdiğinde, geri çekilmiş ve yaptığı resme uzaktan bakmıştı. Soluk tonlarla yapılmış bir gökkuşağıydı ama renkleri çok farklıydı. Neden böyle yaptığını pek anlayamadığımdan, soran gözlerle ona dönmüştüm. O ise şaşırmamı sağlayacak bir cümle kurmuştu. "Böyle yapmam gerekiyormuş gibi hissettim." Gülümsedim. Kağıdı yerinden alarak, pencerenin kenarındaki masama götürdüm. Beni izlemiş ve peşimden gelmişti.
"Burada kalsın, kuruduğunda hazırlattırıp sana veririm." Olumlu anlamda başını salladığında tebessüm ettim. Öylece dururken, birkaç saniye sonra yüzü düşünce kaşlarımı çattım. Gergince kağıda baktı. Ardından derin bir nefes aldı. Bakışları yine beni bulduğunda, çekiniyor gibiydi. "Size sarılabilir miyim, ekselansları?" Sorduğu şeye cevabım her zaman için 'Evet'ti ama sorma şekli yüzünden aklım karışmıştı.
Cevap vermeden, kollarımı direkt beline sarmış ve onu kendime doğru çekmiştim. Başımı, omzuna yaslayıp gözlerimi kapattım. O yaralıyken her saniye özlediğim kokusu burnuma dolmuştu. Kendimi çok huzurlu hissediyordum. Amon da kollarını belime sarmıştı. Dudaklarımı ıslattım. Tam bir şey söylemeye hazırlanmıştım ki, o hızla geri çekilmişti. Ben daha ne olduğunu anlayamadan yarasını tuttu. Oysaki, elimi oraya dokundurmadığıma yemin edebilirdim.
"Dikişlerine bir şey mi oldu?" Telaşla yanına gitmeye çalıştığımda bir adım geriledi. Kafasını iki yana salladı. "Hayır... Ben..." Derin derin nefesler aldı. Ellerini yarasından alıp kollarına götürdü ve sürtmeye başladı. Üşüyordu sanırım. "Biz daha önce böyle bir an yaşadık mı?" Gözünden yaşlar akmaya başlamıştı. Üzgün değildi, meraklıydı ama gözlerinden yaşlar akıyordu istemsizce. "Sen ağlıyor musun?"
Bu sefer yanına gitmeme izin vermişti. Akan gözyaşlarını tek tek silerken, sözünü tekrarladı. "Biz böyle bir an yaşamış mıydık? Aniden üşüdüm ve bacaklarım karıncalanmaya başladı. Bir de yaram... Sancı bastırdı aniden." dedikleri, bana an an o geceyi hatırlatırken yutkundum. Eskiyi yavaş yavaş hatırlayacaktı ve şimdiden başlamıştı. İlk olarak bu anı mı hatırlaması gerekiyordu cidden? "Yanlışlıkla elim değmiş olmalı güzelim. Yine ateşin de çıkıyor olabilir. Gidip doktorlara bir görünelim. Tamam mı?"
"Peki..." Onu kollarımın arasına aldım ve omuzlarından tutarak yavaşça kapıya ilerledim. İçimden bir ses, Amon'un çok gecikmeden her şeyi hatırlayacağını söylüyordu. Derin bir nefes aldım. Tek istediğim onun iyiliğiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
limerence ❀ lee heeseung
Fanfic"Şimdi, yine birer yabancıyız birbirimize. Ama bu sefer, birikmiş anılarla birlikte."