Kavuşma

865 76 43
                                    

Kalabalıkta gözlerini gezdirdi Seher. İkbal sayesinde çoğu kişi ile tanışarak sohbet etme fırsatı bulmuştu. İnsanların geneli belli bir yaş ortalamasının üstündeydi. Fakat Seher'in bir köşeye çekilmesinin asıl nedeni bu değildi. İnsanlar ilk karşılaşmada büyük bir kibarlıkla gülümsüyor ve el sıkışıyorken onun zengin bir aile kökünden gelmediğini öğrenir öğrenmez ise yüzlerini düşürüyorlardı. Kendi zenginlikleri ve ailelerinin saygınlıkları ile ilgili birkaç övgü ediyor sonra yüzlerini kendisi gibi olanlara dönüyorlardı. Bu karmaşada karşısına çıkan birkaç insan sayesinde hala gülümseyebiliyordu Seher.  Şahsiyetine dair soru soran tek tük insandı onlar da. Ne iş yaptığı, nereli olduğu hakkında birkaç soru cevaplaması gerekmişti. İçten içe onu buruk bırakan sorular bütünüydü. 

Çocukluğunu doyasıya yaşadığı memleketi ona anne ve baba özlemini hatırlatırken diğer yandan da tamamlayamadığı eğitimi aklına geliyordu. Lise son sınıfta iken başlamıştı babasının kalp hastalığı. Başarılı bir lisede, başarılı bir öğrenci olmasına rağmen üniversite sınavına dahi girmemiş ve yaşıtları kendi yaşamlarında tattıkları özgürlüğün ilk senesini kutlarken Seher, hasta babası ile aylarca bir emekli maaş ile geçinmeye çalışmıştı. Seneler içinde Yusuf Bey'in rahatsızlığı oldukça istikrarsız davranmış ve tüm ailenin hastalığı unuttuğu safhada babasını ondan koparmıştı. O zamanlar, hastalık henüz kendini göstermemişken, ablası haftalar önce kaçmıştı Yalçın ile ve bu yüzden ki başlarda hastalıktan hiç haberi olmamıştı. Babasının evine dönüp barışmaya çalıştığı vakit ameliyat sonrası kendini toparlama evresinde olan Yusuf Bey tarafından kapı önünde bırakılmıştı. Ablasının hıçkıra hıçkıra ağlayarak Yalçın'ın kollarında bahçeden çıkarılışını hala hatırlıyordu. Kapının kenarında kalakalan babası bir türlü yüzünü ona dönmezken büyük kızı gittiğinden beri yaptığı gibi sayıklamaya da devam ediyordu. 

'Ölüme gidiyor, ona gidiyor..' 

Kızının sevdasına karşı çıkan bir baba değildi Yusuf Bey. Ama Kırımlı soyadının bile insanlarda yarattığı korkuyu görünce olmaz demişti. Süren kavgalar sonucu herkes çok yıpranmıştı, en çok da babası. Ölüme gittiğini düşündüğü kızının yasını tutar gibiydi. O da ölümü kabulleniyor hem kızını hemde kendini derin kedere mahkum ediyordu. Ama kader buydu ya, ablasının trafik kazası haberini alır almaz yenik düşmüştü yaşlı kalbi. Ve baba kız ahirette kavuşmuştu. 

Seher gerçek dünya ile o zaman tanışmak zorunda kalmıştı. Sevdikleri ile vedalaşamadan toprağa koyduğunda görmüştü acımasızlığını. 'Başın sağolsun' diyip yanından geçip giden insanlar arkasından 'Vah vah' demekle kalıyorlardı. Sonra yaşam akıyor, hayat devam ediyordu. 

İnsan nasıl ölürdü böyle ? Babası için aldığı hala açılmamış olan zeytin kavanozu ansızın yüzüne çarpmıştı bu soruyu. Olduğu yere çökmüş, yalnızlığına hüngür hüngür ağlamıştı. Hala portmantoda ceketi asılıydı babasının. Kapının önünde ayakkabıları, askıda kıyafetleri, sehpa üstünde gözlüğü… Biraz sonra kahveye gitmeden seslenirdi hem babası, sildiği ayakkabıları ile aynadan özenle kendine bakar öyle çıkardı evden. Kulaklarında sertçe yankılanan o kapı sesini hala duyabiliyordu Seher. 

Derin acı ile soyutlandığı mekana döndü zihni. Kapadı gözlerini ve titrek bir nefes verdi. Hala ilk günkü gibi ağlardı Seher. Acı aynı kalıyordu çünkü. Ne unutuluyor ne azalıyordu. İnsan alışıyordu, acıya alışıyordu. Açtı gözlerini ve çaprazında kalan ve orada bulunan tek çocuk ile oyun oynayan yeğenine baktı. Yusuf, kelimelere dökülmeyecek kadar büyük bir anlam içeriyordu Seher için. Ve Seher, hayatını bu minik adama adamaya onu gördüğü ilk dakikalarda karar vermişti bile. 

Gözlerinin önünden geçerken ona selam veren orta yaşlardaki kadına, ki bulunduğu yerdeki insanlara kıyasla genç kalıyordu, o da selam verdi ve önündeki masada duran alkolsüz kokteylden bir yudum aldı. 

SONSUZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin