Hayatım boyunca gerçekten ve gerçekten aşık olmak, izlediğim aptal romantik komediler ve annemin her gece dinlediğim ağlama seanslarından mıdır bilinmez benim için muazzam merak edilen bir duyguydu.
Seni ne denli mutlu ettiğini ya da gerçekten kalbini ne denli kırabildiğini merak ederdim. Cidden abarttıkları kadar kutsal bir şey olup olmadığını.
On sekiz yaşımın on yedi sene, birkaç ayını duygusuz biri olan geçirmiş ben aşk duygusunun gerçekliğine ihtimal vermiyordum.
Duygusuzluğum umursamazlık ya da ben çok kötü bir kızım benim duygularım yok tarzı bir duygusuzluktan ziyade hiçbir şeye çok fazla anlam yüklememe tarzındaydı.
Babam bizi terkettiğinden beri bu şekilde ilerliyordum. Eğer çevremdeki insanlara ne kadar az bel bağlarsam sonunda o kadar az hayal kırıklığına uğrardım. Hayallerimi hep bireysel kurar, hayatımdaki insanlarla uyuşamıyorsam -erkek arkadaşlarımdan bahsediyorum- onları kırmadan düzgünce işi kolayca bitirebilirdim. Hayatını böyle yaşamaya alışmış olan bana işte bu yüzden aşk duygusu biraz ütopik geliyordu.
Önceliği kendine, başka insanları kırmadan, değer vermek olan bir insan olarak gecenin üçünde Kim Taehyung benimle Botswana'ya gel dese hayalimi bir kenara bırakıp şansımı kaybetme riskini göze alarak onunla gider miyim diye saatlerce düşünmeye başladığımda bunun aşk olup olmadığını ilk kez o zaman düşündüm.
Onu severdim. Onu gerçekten lisenin ilk yılında gördüğümden beri gerek insan, gerek duygusal olarak severdim. İyi bir insandı, bana kendimi iyi hissettirirdi ve gerçekten iyi anlaşırdık. Elime onunla bu kadar yakın vakit geçirme fırsatı daha önce geçseydi belki de kendimden çok ödün verir ve şu anki kişi olmazdım. Çünkü sıcak yaz gecesinde, yatağımda dönüp durup bana çok uzak olan Botswana fikrini düşündüğüm saatlerde farketmiştim. Kim Taehyung'un yanında olmak beni en mutlu şey oluvermişti.
"Dünden beri niye dalıp gidiyorsun sen böyle?".
Kore günlerim büyük bir araya girmeden önceki son günlerimi dolu dolu yaşamaya çalıştığımdan, sabah kızlarla buluşmuş kahvaltı ediyordum.
Aslında gün için planlarım farklıydı. Sabah kızlarla kahvaltı edecek, sonra annemle Taehyung'un beni davet ettiği düğün için alışverişe gidecek, akşamda Taehyung'la bir şeyler içecektik fakat ne yazık ki hayallerim suya düşmüştü.
Annem dünden kalma olduğu için beni ekmiş, onunla biraz vakit geçirme isteğimi kursağımda bırakmıştı. Ben de sabah kahvaltıya gelmiş ve alışverişe Taehyung'la gitmeye karar vermiştim.
Bana yöneltilen soruyla birlikte omuzlarımı silkmiş, Lisa'ya "Hiç." diye gevelememiştim. "Dün pek uyuyamadım.".
Yalan olmayam cümlem Lisa'yı ikna etmiş olmalı ki önüne dönerek portakal suyundan bir yudum aldı. Benimle ilgilenmemeye karar verirken gitmeme gerçekten az mı kaldığından bunu yapıyordu bilmiyorum, bana gerçekten ondan beklenmeyecek bir kibarlık ve anlayışla davranıyordu.
"Stresli olmalısın.".
Chaeyoung önündeki peynirlere keyifli bir şekilde saldırıyorken suratıma bakıyordu. Hafifçe geriniyor, arada esniyor ve tek uykusu olan ben olmadığım için kendimi iyi hissetmemi sağlarken "Cidden bu kadar erken kahvaltı etmeye gerek var mıydı?" diye söyleniyordu.
"Stresli değilim." derken omuz silkiyordum. Kendimi birçok duygunun esiri olarak hissediyor ama bunlardan birinin stres olmadığını biliyordum. Bir tık korkuyordum, bir tık heyecanlıydım ama stresli değildim çünkü her şeyi en ince detayına kadar planlamış, sadece olması için gün saymaya başlamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
20 days || taennie.
FanfictionKim Jennie ve Kim Taehyung, birbirlerinden hoşlanmalarına rağmen kimse itiraf etmediğinden birlikte geçirebilecekleri güzel dört yılı kaybetmişti. Şimdiyse ikisi de üniversite için başka ülkelere gitmeden önce sadece yirmi günleri vardı.