Annemle baş etmeye çalışmak beni yoruyordu.Annem ve babam ben dokuzuncu sınıftayken pek hoş olmayan bir şekilde boşanmıştı. Hoş olmayan derken babamın annemi yirmi yaşında Fransız bir kız için terk etmesinden bahsediyorum, kesinlikle kolay bir dönem değildi ve annemi yıkmıştı. O sene annem fazlasıyla afallamış, babam yeni evlendiği benden beş yaş büyük eşiyle balayı niyetine dünyayı gezerken kendini içkiye vurmuştu. Dört senedir edindiği bu hobiyi bırakmazsızın devam ettiriyordu şimdi de. İşini bırakmış, babamdan aldığı nafaka ve durumları iyi olan büyükbabamın yolladığı parayla geçiniyor, durmadan içiyordu.
İlk başlarda onun bu haline alışmam zor olsa da artık yadırgamıyordum. Onunla tonlarca kavga etmiş, sürekli sarhoş gezdiği için evi binlerce kez terketmiştim. Kabullenmem uzun sürse de artık çabalamayı bırakmıştım, söylediklerim umrunda değildi ve ben boş yere kendimi yormayı düşünmüyordum. Öğlen saatini biraz geçtiğinde içmeye başlar, on bir gibi sızardı. Ben de oturduğu kanepede üstünü örter hayatıma hiçbir şey yokmuş gibi devam ederdim.
Fransa'ya gideceğimi öğrendiğinden beri ise başka bir sorunumuz vardı. Paris Descartes Üniversite'sine başvururken gerçekten kabul edileceğimi düşünmemiştim. Sadece öylesine şansımı denemek istemiştim ve şans yüzüme gülmüş, okul beni kabul etmişti. Fransa ve Fransızlarla ilgili her şeyden nefret eden anneme bunu söylediğimde alacağım tepkiyi az çok tahmin edebiliyordum. Beklediğim gibi oldu. Evdeki her şey havada uçuşmaya, bağrışmalar tüm mahallenin duyabileceği bir volümde artmaya başladı. Annem deliye dönmüştü. Hem gideceğim yerin kilometrelerce uzakta olmasına, hem oranın Fransa olmasına hem de ona haber vermememe kızıyordu. Aylarca tartışmıştık ama kararlıydım. Elime geçen fırsatı kullanacaktım.
İkimiz de Paris'e gitmemde anlaşmış olsak da sürekli bana bu konu hakkında laf söylemeden edemiyordu. "Dışarı çık her zaman," diye söylendi "Zaten sen de beni Fransa için terk edeceksin.".
Bıkkınca bir nefes verdiğimde aynada kendime bakmayı kesip annemin yanına doğru ilerledim. Sarı kanepeye uzanmış annemin yanağına bir öpücük kondururken sanki beş yaşındaki kızımla konuşuyormuş gibi bir tavır takınmaya alışıktım "Ama sen arkadaşlarınla çıkacağını söyledin.".
Saatin dörde geliyor olmasına rağmen bir şişe şarabını bitirmek üzere olan annem bana döndü "Geç kalma." dediğinde gülümsedim "Kalmam merak etme.".
Kıyafetim konusunda kararsızdım. Tam olarak ne yapmaya gidiyordum bilmiyordum. Taehyung oyunları severdi ve kendi kafasında bir oyun kurgulamış, ben de onunla oyun arkadaşı olmayı kabul etmiştim. Giydiğim kot şort ve çizgili bol gömlekle iyi görünüyordum bence, zaten abartmaya gerek yoktu. Saçlarımın iki yanına krem rengi klipsli tokaları tutturduğumda hazırdım, artık gidebilirdim.
Taehyung'la evime yürüyerek on dakika olan küçük bir kafede buluşmak için sözleşmiştik. Gittiğim okula uzak olsa da arkadaş grubumla yakın yerlerde oturduğumuzdan hep bu kafede takılırdık. Samimi bir yerdi ve renkli duvarları insanın içine neşe veriyordu. Bayan Hwang, yani kafenin sahibi bize o kadar alışmıştı ki bazen işler yoğun olduğunda ona yardımcı bile olurduk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
20 days || taennie.
FanfictionKim Jennie ve Kim Taehyung, birbirlerinden hoşlanmalarına rağmen kimse itiraf etmediğinden birlikte geçirebilecekleri güzel dört yılı kaybetmişti. Şimdiyse ikisi de üniversite için başka ülkelere gitmeden önce sadece yirmi günleri vardı.