17 Yıl Önce, Kansas
Siyah minibüs durdu. Sürücü koltuğunda oturan adam arabadan indi. Yol boyunca sarsılmak midemi altüst etmişti. Çabalamamın hiçbir faydası yoktu, el ve ayaklarımdaki ipleri gevşetememiştim bile. Karımı teselli etmek için sürekli fısıldıyordum ama bunun da faydası yoktu. Yeni doğmuş çocuğumuz şaşırtıcı bir şekilde uslu duruyordu. Ona lanetli bir can vermemiş olmayı diledim. Henüz çocuğun şeytan olduğuna dair bir şey dikkatimi çekmemişti. Ama annesinin insan olması bulguların üstünü kapatıyor olabilirdi. Minibüsün arka kapısı açıldı. Önce karımı yere indirdi, ardından beni hiç de kibar davranmadan yere attı. Gözlerimiz de bağlıydı, nerede olduğumuzu bilmiyorduk. Eşim Eliesha koyu renk kumaş pantolon ve omuzlarını açıkta bırakan krem renk ipek bir bluz giymişti, benim üzerimde ise siyah bir gömlek ve kot pantolon vardı. Bizi alıp buraya getirmeden önce akşam yemeğine çıkmak için hazırlanıyorduk. Küçük kızımız arabada ağlamaya başladı. Onlara bunu yaşattığım için kendimden defalarca kez nefret etmiştim. Dayanamayıp: ''Onu neden buraya getirdin Patrick, o daha bir bebek!'' dedim. Eliesha hıçkırıklarla sarsılıyordu. Patrick belinden bir silah çıkarttı. Yapmaya alışkın olduğu havalı hareketlerle silahı evirip çevirdi. ''Hadi ama, daha iyisini yapabilirsin George. Biraz ağlamayı dene. Hadi, karşımda ağla!'' Ona ters cevap vermemin üçümüz için de iyi olmayacağını biliyordum. ''Karımı ve çocuğumu bırak. Bana istediğini yap!'' Eliesha daha sesli ağlamaya başladı. ''Karına artık güvenemem. Risk almak bizim doğamızda yok.'' Aşağılayıcı gülümseme Patrick'in yüzüne yayıldı. Silahı Eliesh'ya doğrultup göz kırpmadan tetiği çekti. Patlama sesiyle ortalık inledi. İpek bluz kırmızı renge bulandı. Patrick'in yüzünde donuk bir ifade vardı.
Arabanın içindeki minik Jane'i alıp yere bıraktı ve yanıma yaklaşıp gömleğimin ilk birkaç düğmesini açtı. Cebinden küçük bir şişe çıkardı ve kapağını açarak boynumda yanan küçük alev topuna birkaç damla damlattı. Alev gitgite söndü ve yerinde sadece küçük bir iz kaldı. ''Bunu sen istedin eski dostum, artık bu küçük şeytanla başbaşasın. İyi şanslar.'' Ateş gitgite içimdeki bir yerlere çekilirken verdiği acı tarif edilemezdi. Tüm damarlarım yanıyordu, vücudum öylesine kasıldı ki bacağıma giren krampın ağrısını önemsemedim. Araba hareket etti. Yanımda ölü yatan Eliesha ve öteki yanımda henüz yeni başlamış bir hayat vardı. Bu ölümün intikamı elbette alınacaktı ama zaman lazımdı. Ortadan kaybolup artık bir tehdit oluşturmadığım düşüncesine vardıklarında ortaya çıkacaktım.
En güçlü halimle ve kesinlikle tek başıma değil. Jane'i kucağıma alıp en yakın benzin istasyonuna kadar yürüdüm. Ayaklarım tutmaz olana kadar asla pes etmedim. Eliesha'ya yardım göndermeliydim, en azından hıristiyanlığa uygun defnedilmeliydi. Yerini tarif ettim. Polise ifade vermem gerektiğini zırvalayan market görevlisinin zihnine girmek kolay oldu. Beni görmedin. Otobanın kenarında ceset var. Yapman gerekeni yap. Henüz işe yarayan son gücümü de Jane için kullanmıştım, bir araba çaldım ve birkaç saatte şehre ulaştım. Onu bir çocuk yuvasına bırakmayı düşünüyordum, ya da kiliseye... Belki de zengin bir ailenin kapısına bırakmalıydım. Kucağımda böyle savunmasız uyurken onu kime güvenebilirdim ki. Bir park gördüm ve biraz oturmak için boş bir bank aradım. Kucağında çocuğuyla oturan genç kadını fark ettim. Bir anneyle sohbet etmek çekici geldi. Belki bana akıl verebilirdi, onu bir daha görmeyecek olmam cesaretimi artırdı ve gidip yanına oturdum. Yüzüne bakınca fark ettim: ağlıyordu.
''İyi misiniz?'' Anlamsızca yüzüme baktı ve ağlamaya devam etti. Birden konuşmaya başladı: ''Onun babası yok'' kucağındak, bebeği işaret ediyordu ''ve benim de işim yok.''
Bu çaresizlik aklıma birçok fikir getirmişti. Biraz daha konuşmasını bekledim. Cam gibi parıldayan gözlerle Jane'e bakıyordu: ''Ne kadar da güzel görünüyor, babası olduğu için şanslı. Aç kalmak zorunda değil, ve muhtemelen bir evi vardı. Değil mi?'' Gözlerimin içine öyle bakıyordu ki duygulanmıştım. Bunu nasıl bir adam yapardı? Bu kadar masum bir güzelliği kim kullanırdı? Eskiden bir şeytan olmama rağmen bir adamın karısını aldatmasına hiç sebep olmamıştım. Şimdi ise bir dönektim, ama asla terk eden olmadım. ''Onun da annesi yok, benim için de sizin kucağınızdaki çok şanslı.''
''Paraya ihtiyacım var, ama kucağımda çocuğumla gittiğim hiçbir iş görüşmesinden sonuç alamıyorum. Bakıcı tutmak için param yok, ya da bakıcının çocuğuma bakabileceği bir evim..''
''Adı ne?''
''Jack'' Jack ve Jane... Tıpkı ikiz gibi.
''Mesleğin ne? Ve adın?''
''Neden soruyorsun?'' Ürkmesi en son istediğim şeydi, ama ona güvenmek için eğitim düzeyini öğrenmem gerekiyordu.
''Ben avukatım. Adım Kriss. Ama henüz yeni mezun oldum.''
''Çok gençsin.'' Genç ve güzel, eğitimli, bilgili, çaresiz, parasız... Bende olan şeyler onda yoktu, ondakiler de bende. Jane için bir anne bulmuştum.
''Sana bir teklifim var. Gel, bir kafede konuşalım.'' İtiraz etmedi, belki de kaybedecek bir şeyi olmadığı için hiç tereddüt etmeden peşimden geldi. Yakınlardaki bir kafede birer fincan kahve içecektik. Ona güven vermem gerekiyordu, yol boyunca kendimi anlattım. Eliesha'nın nasıl öldüğünü -uydurma bir hikayeydi-, iş için yurt dışına gitmem gerektiğini ve hiç akrabamız olmaığını anlattım. Mal varlığımdan bahsederken ikna olduğunu hissettim. Birkaç kez zihnine girmeyi denedim ama gücüm çoktan sönüp gitmişti. Kafede bir masaya oturduk, oturduğumuz yerin kuytu bir köşe olasına özen gösterdim. Kahvelerimizi sipariş ettik. Sürekli ağlıyordu, gözleri ve burnu -hayatımda gördüğüm en güzel burun- kıpkırmızıydı. Dudakları renksiz ve teni oldukça soluktu. Kahverengi dağınık saçları yüzüne dökülüyordu. ''Jane'i sana vermek istiyorum.'' Başını kaldırdı, itiraz edeceğini sandım ama konuşmadı. Bakışlarını ellerine indirdi ve düşündü.
''Kabul.''
''Bu kadar çabuk mu?'' Cidden şaşırmıştım.
''Neden olmasın, benim elimde olduktan sonra ikisinin de yakında öleceğini biliyoruz.''
''Ah hayır. Yanlış anladın. Ben sana istediğin tüm imkanları sağlayacağıma söz veriyorum. Hiç parasız kalmayacaksın. Ama Jane'e de annelik yap.''
''Bunu o kadar kolay mı sanıyorsun?'' Haklıydı, 'hadi onun annesi ol' demekle olamazdı.
''NewYork'ta ya da Los Angeles'ta bir ev çekici gelmez mi? Bir araba, iyi bir iş...''
''Beni böyle satın alamazsın.'' Alabileceğimi biliyorum. En azından almalıyım.
''İyi düşün.'' İkna etmek isterdim, hatta şu an yalvarmalıydım ama iyi bir etki bırakmazdı. Bir teklif olmaktan çıkıp onun açısından bir yardıma dönüşürdü. Ama bunun benim yardımım olduğuna onu inandırmalıydım. ''Gerçek bir annein güvenilir olabileceğini düşünmüştüm. Yardımıma ihtiyacın olduğunu biliyorum.''
''Bunu da nerden çıkardın?'' Gururu ikimizin de işine yaramıyordu.
''Eğer onu almazsan teyzesine bırakabilirim. Bu arada eğer ona bakmak istersen sürekli irtibat halinde olacağız. Seni hiç yalnız bırakmayacağım. O evlatlık değil.'' Elleriyle şakaklarını ovdu. Dakikalarca düşünmesine izin verdim. Sonunda başıyla onayladı: ''Tamam, öyle olsun. Hayatım ne zaman düzene girer?''
''En geç üç gün sonra evinde olursun ve ertesi sabah işe gitmek için erken uyuman gerekir.''
Ertesi gün tüm bu işlemi kendimce yasallaştırdım. O bir avukattı ve imzalı belgelerin nelere kadir olduğunu benden iyi biliyordu. Bir banka hesabı açtık, Los Angeles'taki evimi ona verdim. Bir bakıcı tutacaktı ve sürekli haberleşecektik. Bir hafta boyunca yanlarında kaldım. Bu arada tüm eski dostlarıma haber gönderdim, bir ordu kurmam gerkeiyordu. Benim ordum, intikam ordum, Jane'in ordusu... Onda bir şeyler fark etmiştim, ağlarken vücudu ısınıyordu, sinirlendiğinde ve üzüldüğünde de... O benim bir parçamdı, o bir şeytandı. Bunun ne zaman tamamlanacağını bilmiyordum ama Kriss'i bilgilendirmek istemiyordum. Vazgeçebilirdi. Bir haftanın ardından yanlarından ayrıldım. Bir planım vardı, her zaman bir planım olmuştur...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şeytanın Aşkı
Teen FictionHiçbirimiz Hak Ettiğimiz Hayatı Yaşamıyorduk Nasıl Olsa; Hep Ya Daha Fazlası, Ya Daha Eksiğiydi...