Ders çoktan başlamıştı. Yalnızca bin metreyi neden bu kadar yavaş yürümüştük ki. Yinede ayaklarım ağrımaya başlamıştı. Sportif olduğumuz söylenemezdi, hatta yaşıtlarıma göre cılızdım -bir sene öncesine kadar-. Sınıf kapısını tıklattım ve içeriye girdim. Hassiktir!
''Jane için bir alkış istiyorum!'' Yakışıklı, kaslı, çekici, karizmatik Devon gözümde bir sıçan kadar küçülmüştü. Sınıf eğlenirken izin istemeden geçip yerime oturdumç Max elini dizime koyup göz kırptı. Dingin mavilik beni içine çekebilirdi ama sınıf dolusu kahkahayı duymamam imkansızdı. Kitaplarımı sıranın üzerine koydum. Ellerimi birleştirdim ve doğrudan Devon'un gözlerine bakmaya başladım. Sorana kadar cevap vermeyecektim, resmen üzerimden pirim yapıyordu. Önce rezil edip sonra da konu üzerinde duralım diyordu. Sonunda sessizlik sağlandı, Şimdi herkes bana bakıyordu -tıpkı en başından beri yaptıkları gibi-. Devon, kollarını göğsünde bağladı ve konuştu: ''Nerelerdesin Jane?''
''Buradayım Bay..soyadınız neydi? Bana bahşedin lütfen.'' Gözlerini devirdi. İnanmıyorum, çok saçma. ''Ben sizin gözlerinizi devirebileceğiniz bir arkadaşınız değilim. Ayrıca stajyersiniz, felsefeden de anladığınız yok.'' İşte buydu. Annem bir kez de beni kurtarsın diye düşündüm. Sonu umurumda değildi, onunla uğraşmak istiyordum. Benden en fazla dört yaş büyüktü. Yanıma yaklaştı, eğildi. Aramızda birkaç santim olduğundan şüpheliydim. Başını bana çevirdi, tuttuğum nefesimi bıraktım, bir insanın bu kadar güzel kokabilmesi haksızlıktı. Birkaç günlük sakallarını dokunmak istedim ama tabii ki yapmadım. ''Benim için ayağa kalkar mısın Jane?''
''Tabii'' boğazımı temizledim ''neden olmasın.'' Ayağa kalkarken koluna değidim, o da doğruldu. Sıraların önüne geçtim ve bekledim. Max'in yanına oturmuş ve bana meydan okuyan gözlerle bakmaya başlamıştı. Normal bir öğretmen olsaydı bunu asla yapmazdı, iş bu noktaya gelmezdi. Ama toy bir felsefist işleri zorlaştırıyordu. ''Konumuz: görmediğimiz bir maddenin varlığına ikna olma.'' Kaşlarımı kaldırdım ve ellerimi arkmda birleştirdim. Taytım bacaklarımı yakmaya başlamıştı, sweetshirt beni boğuyordu. Ayaklarıma baktım ve bir açıklama bekledim. Ders anlatmamı istiyor olabilirdi ya da bu bir cezaydı. Tek ayak üzerinde beklemeye ya da öğleden sonra çöp toplamaya razıydım, tuvaleet bile temizlerdim ama bilmediğim bir konu hakkında dakikalarca konuşmak ve söz hakkı vermek... Tek kelimeyle kabustu. Devon omuz silkti ve 'başla' diye fısıldadı. Gözlerimi ksıtım ve dudağımı kemirmeye başladım. Eğer üstesinden gelirsem -ki kesinlikle yapmam gereken buydu- ona karşı bir galibiyetim olurdu. Boğazımı temizledim. Ellerim terlemeye başlamıştı, herkez meraklı ve sabırsız beni dinliyordu. ''Bir madde demiştik. 'Madde' kelimesi bir eşyayı temsil ediyor olabilir ya da bir bitkiyi. Ben boş ya da dolu bir oda demek istiyorum. Gözlerimizin kapalı olduğunu düşünelim. Ya da, görme yetimizin olmadığını... Hatta o mekandan çıkalım yani odanın boş ya da dolu olup olmadığını bize birisi anlatsın. Mesela en güvendiğimiz kişi... Odanın dolu olduğunu söylesin. İnanırım diyen var mı?'' Gerisini nasıl getireceğimi bilmiyordum. Bir konuşmacının kendi sözleriyle çelişmesi dikkat dağıtır hatta onu dalga konusu yapardı. Bunu annemden öğrenmiştim. O bir avukattı ve söylediklerinin birbiriyle çelişmesi pahalıya mal olurdu.
Sorduğum soru karşısında birçok kişi elini kaldırmıştı. Ellerini geri indirmelerini işaret ettim. Devon da dikkatle dinliyordu, göz teması kurmamak için özel bir çaba sarf ettim. ''Ben görmeden inanmazdım, çünkü şaka yapıyor olabilirdi. En güvendiğim kişi bile olsa -ki düşndüğümüz kişiler öyle de olmayabilir- niyetini bilemem. Ama içinizden inananlarınız da vardı değil mi? Bu kişisel bir algıdır. İnanmak isteyip istemememnizle alakalı. Bir insanın yalan söylemesi için hiçir zaman bir neden yoktur. Mesela yalanın saçma olduğu bir örnek verelim. Yine göremediğinizi düşünün, tek başınıza girebileceğiniz bir oda var. Odaya girmeden önce güvendiğiniz kişi odanın ortasında bir masa olduğunu ve çarpmamak için dikkat etmeniz gerektiğini söyledi. İnanmamak için ya da o kişinin yalan söylemesi için bir sebep var mı? Yaralanmak istiyorsanız inanmazsınız, o sizin yaralanmanızı isteseydi yalan söylerdi ve dikkatli olmanız işine yaramazdı. Değil mi Devon?'' Ellerimin buz gibi olduğunu ve boğazımın kuruduğunu hissettim. Devon ayağa kalktı yine birkaç santim ötemde durdu. Ne kadar cüretkardı böyle, nefessiz kalmama neden olduğundan haberi bile yoktu. ''Bugünlük yeter, teşekkürler Jane McBury.'' Yerşme oturdum ve Max'le sıranın altından tokalaştık. Ders devam etti ama tek kelimesini dinlemedim...
Dayan Jane, dayan, dayan... Beden dersinde yarım saat boyunca koştuk. Kaslarımın yanmasına aldırış etmeden tüm gücümle devam ettim. Yinede koşuyu sıranın en arkasında tamamladım. Spor salonunu ilk kez derste görmüştüm, hafta için uğramak hiç aklıma gelmemişti. Okul takımı açık havada antrenman yapıyordu, Jeremiah dışarıdayken içeride olmak istememiştim. Kapalı salonun ortasından akıl almaz genişlikte boş bir alan vardı. Geri kalan kısmı amfiydi. Kenara geçip yere oturdum, şakaklarım ve saçım ter içindeydi. Sweetshirtümü sıyırıp attım, kısa kollu siyah body terden üzerime yapışmıştı. Bu şekilde asla rahat hissetmeyecektim. Sınıftaki diğer herkeins yapacağı gibi okulun soğuk suyuyla duş alacaktım. Umarım temiz havlu vardır. Oturduğum yerden kalkıp duş kabinlerinin önüne gittim. Meryln işini çoktan halledip kurulanmıştı bile. Kabinlerin perdesi ya da kapısı olmadığını fark ettim. Ağzım açık bir şekilde ortamı izlerken Meryln omzuma dokundu. ''Kabinlerdeki demir boruyu görüyor musun? İşte havlunu oraya asacaksın.''
''Havlumu mu?'' Benim havlum yok ki. Neden bir şeyleri iş işten geçmeden öğrenemiyordum.
''Havluları..nerden aldınız?'' Alay edermiş gibi gülümsedi ve baştan ayağa süzdü.
''Ben evden getirdim ama şurdaki sepete bir bak'' kapının yanında duran mavi büyü sepeti gösteriyordu ''belki az kokan bir şeyler bulursun.'' Sepete doğru birkaç adım attım, belki de psikolojikti ama o andan itibaren pis bir koku aldığıma yemin edebilirdim. Biraz karıştırdım, beyaz bir havlu buldum. Az önce kullanıldığı belli oluyordu. Kötü koktuğu söylenemezdi, hatta duş jeli kokuyordu. Elime aldım ve boş kabinlerden birinin eşiklik hizasındaki demire astım. Üzerimdekileri çıkarıp dolaplardan birine koydum ve duşa girdim. Meryln çoktan gitmişti. Suyu açmak için kollardan birini çevirdim. Fıskiyeden fışkıran buz gibi su tüylerimi diken diken etti. Alışmak için suyu daha da açtım. Tıpkı havlu gibi burda bulduğum duş jelinin kapağını açtım. Erkeklerinki gibi kokyordu ama ter kokmaktan iyiydi. Hatta tıpkı bulduğum havlu gibi kokuyordu. Saçlarımı iki kez yıkadıktn sonra elime biraz daha jel döktüm ve omuzlarımı ovalamaya başladım. Soğuk suyun altında çok fazla oyalanmak istemediğim için bunu bir kez yaptım ve suyu kapattım. Tam havluyu elime alacakken erkek sesleri duydum. Şakalaşıyorlardı. Birkaçını tanıdım, Jeremiah'nın yakın arkadaşlarındandılar. Birisi benim içinde olduğum kabine yaklaştı ve önünde durdu. Bunların ne işi var burda? Duşların normalde karışık olup olmadığını bilmiyordum ama o an çok karışıktı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şeytanın Aşkı
Teen FictionHiçbirimiz Hak Ettiğimiz Hayatı Yaşamıyorduk Nasıl Olsa; Hep Ya Daha Fazlası, Ya Daha Eksiğiydi...