''Kızlar! Topuklulara dikkat. Yolun geri kalanını yürüyerek tamamlayacağız.'' Meryln arka koltukta tepindi. ''Saçmalık bu! Dans edecek halimiz kalmayacak.'' Meryln'in yukarı doğru sıyrılan eteğinin altından morluklar görünüyordu. Baktığımı fark edince hemen doğruldu. Göz göze geldik. Belki de bir kız kavgasının sonucuydu. Kapıyı açıp arabadan indim. Max ve Meryln de aynısını yaptı ve yola koyulduk. İkisi de emin adımlarla birkaç metre ötemden ilerliyorlardı. Telefonumu kontrol ettim. Saat neredeyse 10 olmuştu. Ve birkaç adım sonra ayağımı acıtmaya başlayacağından emin olduğum topuklularım beni dengesiz gösteriyordu. Şimdiden sarhoş gibi yürüyordum. Epey ilerlemiştik, iki kişinin yanyana zor yürüyebileceği boşluklardan ilerliyorduk. Max ve Meryln tartışmaya başladı. ''Sorun ne?''
''Meryln bizi yanlış yere getirdi, geri dönüp yolumuzu bulalım!''
''Meryln?''
'Hey! Bunu bilerek yaptığımı mı düşünüyorsunuz?'' Ben öyle bir şey demedim. İşte şimdi bittin Mery aptal!
''O bunu ima etmedi Meryln!''
''Her neyse, arabaya dönelim. Keyfim kaçtı'' dedi Max, Meryln'i kolundan tutup öne doğru itti. Max buralarda başka bar olmadığını bilecek kadar bölgeye hakim ise nasıl kaybolmuştu? Bu saçmalık. Ayaklarım su toplamış ve elbisem bollaşmıştı; saçlarım karmakarışıktı ve siyah göz kalemim akmıştı. Hırpani görünüyor olmalıydım. Annem eve dönmeden ulaşmış olmayı diledim. Hiçbir işe yaramamasına rağmen evden kaçtığım için hesap vermek istemiyordum. Aslında kaçmış sayılmazdım ama bu onun gözünde çizgiyi aşan bir hareketti.
Aynı yerlerden geçtik, aynı köşelerden döndük, aynı pis kokular düşünmemi engelledi ve aynı arabanın içinde onlarca defa kaza tehlikesi atlattık. Max arabayı o kadar hızlı sürüyordu ki yolculuk boyunca koltuğa sıkı sıkı tutunup gözlerimi kapattım. Önce Meryln'i eve bırakacaktık. Güzel bir bahçeleri vardı, tohumu oldukça pahalı çiçekler -eskiden bir botanik bahçemiz vardı- ve ortada büyük bir süs havuzu. Malikane demek için küçüktü ama oldukça güzel çift katlı yapı bana Cullen'ların evini anımsattı. Meryln arabadan indi, yamuk adımlarla kapıya ulaştı. Arkasına dönüp el salladı ve fazla neşeli bir şekilde içeri girdi. Max, iki eli de direksiyonda bekliyordu. ''Geç kalmak istemiyorum Max. Bu gece için üzgünüm.''
''Meryln'e haber vermem bir hataydı, ve bilmediğim bir yere gitmem...üzgünüm.'' Başını öne doğru eğdi, direksiyona bir yumruk attı.
''Beni eve bırak. Yarın konuşuruz.''Bende...
Yine eğlencesiz ve bir o kadar da -bana göre- adrenalinli bir yolculuğun ardından eve ulaştık. Annem Jeep'i araba yoluna park etmişti. Ya da sabahtan beri olduğu yerde duruyordu. Işıkların hepsi yanıyordu. Mideme bir ağrı saplandı. Lanet olsun, lanet olsun, lanet... Beynim durmuştu, işin kötüsü Jack'e haber vermeyi de unutmuştum. O benden daha iyi bir yalancıydı. Tam onu aramayı düşünürken mutfak penceresinden onu bir şeyler atıştırırken gördüm. Notu bulmuş olmalıydılar, hem yalancı, hem kuralsız, hem de kaçaktım. Ve bir hurdanın içinde bir erkeğin yanında mini bir elbiseyle ve dağınık bir saçla oturuyordum. Kendimi nasıl bu kadar kötü durumlara düşürdüğüme bazen ben bile şaşıyordum. Saçlarımı geriye atıp derin bir nefes aldım. Max iyi yalan söylediğini belirtmişti ve bunu kullanabilirdik. Annem insanüstü gözetleme yeteneği ve altıncı hissi sayesinde geldiğimizi biliyor olmalıydı. Her an yanımızda bitebilirdi. ''Max, bittik biz.''
''Sorun ne?''
''Annem evde, kardeşim de...''
''Hadi inelim arabadan, burada beklemenin faydası yok.'' Emniyet kemerimi çözdü ve kapımı açtı. Nefes almadan ve kımıldamadan rahatlığını seyrettim. Ona hayran kalmıştım, aşırı kontrollüydü. Şimdiden değişmişti, bu işi kıvırabileceğimiz ümidine kapıldım. Arabadan indim ve verandaya doğru yürüdük. Henüz ilk basamaktayken kapı aralandı. Jack içeri girmemizi işaret etti. Bu iyiye işaret olabilirdi ama hayal kırıklığına uğramamak için kendimi en kötüsüne hazırladım. Max elimi tuttu, bu şekilde desteklemenin sırası değildi. Boğazımı temizledim ve Jack'in şüpheci bakışları eşliğinde elimi yavaşça çektim. Kapıdan adım atar atmaz her şeyin normal olduğunu fark ettim. Gerçi ne bekliyordum ki? Yere inmiş avizeler, cam kırıkları, duvarlardan sökülüp parçalanmış çerçeveler... Hayır bu başından beri imkansızdı, düşünmem bile hataydı. Annem söz konusu olduğunda zarar vermek -en azından maddi- mantıklı değildi. O genelde duyguları kırıp dökerdi, keşke beni yumruklasaydı dediğim onlarca tartışmamız olmuştu. Onun tarzı buydu işte. Bir bardak su almak için mutfağa girdim. Max oturma odasına giderken Jack ona eşlik etti. Bardağı az kalsın elimden düşürüyordum, son anda yakaladım ve buzlu suyla doldurdum. Birkaç yudum alıp oturma odasına doğru ilerledim. Adımlarım yavaş, temkinli ve korkaktı. Jack'e sormam gereken şeyler vardı. Televizyonun karşısında duran 'U' şeklindeki kahverengi deri koltukta Max oturuyordu. Koltuk en az sekiz yetişkinin sığabileceği büyüklükte olmasına rağmen Jack ikili koltukta oturuyordu. Yeni arkadaşımın yanına oturmak iyi bir fikir miydi bilmiyorum ama bunu bile düşünüyor olmam annemin suçuydu. Max'in yanında yerimi aldım, bana baktı ve gülümsedi. Gözlerimi kapatıp gülümsedim. Jack sabırsız görünüyordu, ben de daha fazla dayanamadım:''Annem çok mu sinirli? Bak..ben çok üzgünüm.''
''Annem mi? Nerde olduğunu biliyor musun?''
''Nasıl? O, evde. Yani odasında değil mi?'' Şaka mı yapıyorsun? Hiç sırası değil kardeşim.
''Ne saçmalıyorsun sen? Telefonlarımı açmıyor, arabasını da bırakmış.''
''Ama anahtarlar yanında'' diye itiraz ettim. Jack burnundan soluyordu. Max'e baktım, bir insanın bu kadar sakin olması ve buna rağmen her an Jack'in üzerine atılacak kadar tetikte görünmesi ilginçti. Açık kahverengi saçlarını geriye itti. Beyaz teni ve koyu renk gözleri, kısık bakışları... Hepsi ürkütücüydü.
''Onu bulmalıyız, nereye gitmiş olabilir? Düşün!'' Birden ayağa kalktı ve sinirli adımlarla odada dolaşmaya başladı. Notu bulmamış olabilir. Tanrım, seni seviyorum! Yerimden fırlayıp mutfağa koştum. Not hala masanın üstündeydi. Hemen alıp cebime attım. Annemden azar işitmeyecektim. İçeriye seslendim: ''Max! Burda sana ihtiyacım var, üst raflara uzanamıyorum!'' O zekiydi, ya da öyle olmasını umuyordum. Jack'i mutfağa göndermemeliydi. Tahmin ettiğim gibi sorunu anlamış olmalıydı. Mutfağa girdi ve bir sandalyeye oturdu. ''Erkek kardeşin çekilmez birisi.''
''Bunu biliyorum. Notu geri aldım, hiç kimse görmemiş. Sen de git artık.''Ne kadar kabayım. Onu kovmak istememiştim ama açıklama yapmak istemiyordum. Olanlar o kadar saçma ve önemsizdi ki açıklanacak bir tarafı da yoktu. Kendi başımıza bilmediğimiz bir yerde dakikalarca yürümüş ve eve dönmüştük. Daha fazla gereksiz şey yaşamak istemiyordum. ''Tamam, sonra görüşürüz.'' Kapıdan sessizce çıkıp arabasıyla gidişini izledim. İkizim sabrımı daha fazla zorlamasın diye odama çıktım ve bir duş alıp yatmaya hazırlandım.
Annemin ne zaman geldiğini bilmiyordum ama ağlama sesini duydum. İçimde inanılmaz bir acı hissettim. Saçlarım hala ıslaktı, pijamalarımı giyip odasına gittim. Kapısı açıktı. Yorganın üzerinde kot pantolonu ve ceketiyle kıvrılmış ağlıyordu. Kapıyı kapatıp yatağın ucuna oturdum. ''Anne iyi görünmüyorsun.'' Hıçkırıkları kesilmişti. Bana doğru döndü. Bir şey söyleyecek oldu ama sonra vazgeçti. Tekrar daha şiddetli sarsılarak ağlamaya başladı. Onu böyle görmek istemiyordum, en son büyükannem öldüğünde onu bu halde görmüştüm. Belki babam olsaydı acısını paylaşacak bir yetişkin onu teselli ederdi. Ama o lanet adam her neredeyse annemi yalnız bırakmaya hakkı yoktu. Yanına uzanıp kollarımı boynuna doladım. Saçlarını okşadım ve göz yaşlarını sildim. Nefesi beni bile sarhoş edecek kadar alkollüydü. Uykuya dalmasını bekledim sessizce odama gittim..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şeytanın Aşkı
Teen FictionHiçbirimiz Hak Ettiğimiz Hayatı Yaşamıyorduk Nasıl Olsa; Hep Ya Daha Fazlası, Ya Daha Eksiğiydi...