Yeni 'Sınıf'...

195 14 0
                                    



''Peki, buna kim karar veriyor?'' diye sordum.

''Takım kaptanları'' diye cevapladı başının arkasını kaşıyarak.

''Ne kadar komik ve saçma, çocukça'' diye karşılık verdim.

''Onların zeka geriliği olduğunda hem fikiriz demek. Ama bunu gerçekten önemsiyorlar, mesela şu an bizi gözetleyen birileri vardır. Yarın okul gazetesinde 'Aşk Dedikoduları' bölümünde fotoğrafımızı bulabilirsin. Güzel çıkmak için sürekli gülücükler saçsan iyi olur.'' Muhtemelen şaka olmalıydı, bir kez yan yana oturduk diye çift ilan edilecek halimiz yoktu ya. Yinede bir an bunun olabileceğini düşünmeye çalıştım. Muhtemelen kalp krizi geçirirdim.

''Başka ne var? Bahçe ve yemekhane bitti mi?'' dedim kaşlarımı kaldırarak.

''Bahçe için bir detay kaldı, çimenlere basma.''

''Neden?'' Aslında bu soruyu cevabını bilmediğim için sormuyordum. Bahçe girişindeki çimlerde bir tabela görmüştüm. Üzerinde ''Conservation Of Nature Club'' -Doğayı Koruma Kulübü- yazıyordu. Muhtemelen bir gurup bakımlı güzel kız, mini etekleriyle çimleri suluyorlardı. Belki de bunun için bir bahçıvan tutmayı akıl etmişlerdir. Kendime uygun bir tane ezik kulübü bulmalıydım hemen. Umarım zorunlulukları olmayan 'kulüpsüz' bir kulüp vardır diye umdum.

''Doğayı Koruyan Kızlar saçmalığı.'' Küçük bir kahkaha attım. Tahminlerim doğruydu. Şu entel tayfa -annem ve benzerleri- insanları rahat bırakmazdı. Doğa, hava, su, toprak bahaneydi. Asıl amaç insanları bir şeylerden mahrum bırakmaktı.

Ayağa kalkıp beni yeni yerlere sürüklemesine izin verdim. Birçok yerde takım kaptanlarının koyduğu kurallar vardı, ama lavabolarda kızların kuralları geçerliydi: amigolar tek bir tuvaleti kullanmamıza izin veriyordu. Mümkün olduğunca tüm pislikleri içimde tutmaya çalışacaktım. Asi bir kişilik olarak kuralları -yasal olmayan zorbalıkları- çiğneyip kendime kızlardan oluşan yoldaş bir gurup oluşturabilirdim. Ama ilk günden gerek yoktu. Bunu ileride düşünürüm.

Ders zili çaldı. Aslında sorun şuydu: ben sınıfın yerini unutmuştum. Yukarıya çıkmaya balşadığımız ilk katta temizlik odasına, sonra soyunma odasına - neyse ki tamamen boştu-, sonra da öğretmenler odasına - sınıf sanıp daldım. ''Bana bıraksan? Üç yılımı burada geçirdim ben'' diye yakındı Max. Ama sonunda onunla hem fikir olduğum gerçek sınıfımızın önünde durduk. Sınıfın kapısı kapalıydı, öğretmenin içeride olduğu gerçeği ve ilk günden derse geç kalmış olduğum gerçeği canımı sıktı. Korkuyordum. Max elimden tutup derin bir nefes aldı, tüylerim diken diken oldu. Fırsatçı mıydı yoksa Max için işler gerçekten böyle mi yürüyordu anlayamadım. Ama bu beni rahatsız etti. Hey! Gergin olması gereken benim. Kapıyı açıp içeri girdik, hayır! Öğretmen içeride değildi. Sıramız...şeyle doluydu: prezervatif! Ağzım açık bir şekilde Max'e baktım. Tüm okulu kol kola dolaşmış olmamız bunlara mı neden olmuştu? Siktir! Elimi çekip sırama oturdum, paketlerin hepsini toplayıp çöpe götürdüm ve kızardığımı biliyordum. Yanaklarım al al olmuştur kesin. Suçlu Max miydi? Kendimi neden bu çocuğa emanet etmiştim?. En başından hata bendeydi. Max de yanıma oturdu, kulağına eğilip ''Özür dilerim, benim suçum'' demek istedim ama sıranın altından elimi tuttu. İletişimi eliyle sağlıyor olması garipti. Ne zaman gergin hissetsem ellerimiz birleşmişti çünkü. Bu daha çok destek vermek amaçlıydı sanırım. Karşılık olarak elini sıktım. Gülümsedi. Kapı sertçe açıldı ver duvara çarptı. Öğretmen içeri girmişti. Hemen ayağa kalktım: bana öğretildiği gibi. Ama tek ayakta duranın ben olduğumu fark edince Max'e bakma gereği duydum. ''Ne gerek vardı'' diye fısıldadı. Üzerimde toplanan alaycı bakışları umursamamaya karar verdim. Öğretmenin ne kadar yakışıklı olduğunu yeni fark etmiştim. Beyaz gömleğinin kolları dirseklerine kadar katlıydı. Gri kumaş pantolon, gri karavat ve bir de saat takmış. Kravatının ve gözlerinin rengi neredeyse aynı tondaydı. Saçları kısacıktı, kahverengi gibiydi ama kısa olduğu için oldukça koyu görünüyordu. Kollarını göğsünde birleştirip gözlerime bakmaya başladı:

''Madem ayaktasın, bana kendini tanıt.'' Doğru ya, ben sınıfta yeniydim. Ayakta dikilmem için iyi bir bahane olmuştu.

''Arkadaşlar, ben...''

''Arkadaşları boş ver, seni ben tanımak istiyorum. Ve eminim onların umurunda değilsin.'' Yüzü meydan okuyordu, kasten yapmıştı. Max'in bacağıma dokunuşuyla vücudum irkildi. Aklınca bana destek vermek istiyor olabilirdi ama her dokunuşunda ürperiyordum. ''Jane'' sesim tahmin edemeyeceğim kadar ürkek çıkmıştı, boğazımı temizledim ''adım Jane ''

''Bir soyadım olmalı.''

''Muhtemelen...'' İçimdeki yabancı ve ukala kız ortaya çıkmıştı sonunda. Bu kızdan nefret ediyordum.

''O halde bunu benimle paylaş.''

''Listede yazdığından eminim, ve liste önünüzdeki masada.'' Bir süre cevap vermedi. Verdiğim cevap boyumu aşıyordu. Bacaklarım titremeye başladı. Ellerim titrese de sorun yoktu çünkü onların zaten cebimde olduğunu fark ettim (!)

''Bu kadar mı?''

''Ne?''

''Sen Jane'sin yani. Hepsi bu.'' Kollarını iki yana açıp sınıfa baktı.

''Şey...evet sanırım bu. Merak ettiğiniz bir şeyler varsa sorun.''

''Neden buradasın? Bir kolejden geldiğini sadece ben bilmiyorumdur umarım.'' Sınıf bir uğultu şeklinde dedikodumu yaparken utangaçlığımı üzerimden atmıştım.

''Söyleme fırsatım olmadı, bilirsiniz; dolap bul, kuralları öğren...'' Oturmamı işret edip sınıfa hitaben ''Bugün yılın ilk psikoloji dersinde...'' Demek psikoloji dersindeyiz, tuhaf soruların nedeni anlaşıldı... Çok yakışıklı, çok yakışıklı, abartma Jane, çok yakışıklı Jane...

Ders sohbet kıvamında ilerliyordu, derken bir uyku bastırdı. Başımı sıraya koyup gözlerimi yumdum, uykuya dalmam uzun sürmedi; uyanmam da. Kulağımda o ses vardı, gri gözlü yakışıklı öğretmenin sesi ''Jane, sabah oldu. Jane, Jane Jane...'' Hayır hayır, ses tam olarak şöyle diyordu

''Dersimde uyuyan şu kıza bir bakın. Max, benim için ona dokun ve uyanmasını sağla.'' Max emri yerine getirmek için yüzümün önüne düşen saçlarımı geriye çekti, gözlerimi açıp salak gibi davranabilirdim. Yavaşça doğrulup saçlarımı düzlettim. ''Üzgünüm.''

''Demek üzgünsün, buna hiç gerek yok. Şimdi, ayağa kalk ve bir erkeği nasıl tanıyabileceğini anlat.''

''Ne? Yani bir insanı...''

''Bir erkeği dedim, kalk ve anlat. Ya da öyle kal, düşüp bayılmanı istemem. Gözlerime bakmak zorunda da değilsin.'' Kahkaha sesleri kulağımda çınladı, herkes öylesine sesli gülüyordu ki buna neden olduğu için Gri Gözlü Yakışıklı'nın gözlerini oymak istedim. ''Adını sorarım.'' Elleriyle sınıfa susmalarını işaret etti. ''Hadi sor.''

''Adınız ne?''

''Adım Devon.''

''Yaşınız?''

''Bunları herkesten öğrenebilirsin, cevabı sadece bende olan bir şeyler sor.''

''Evli olup olmadığınızı gerçekten merak ediyorum.''

''Bekar olduğuma ve böyle kalacağıma sizi temin ederim.'' Bana 'siz' diye hitab etmesi cesaret verdi.

''Akşam boş musun?'' Sınıf aniden sessizleşti. Kalbim kulaklarımda atıyordu, ellerim titremesin diye sıraya tutundum.

Devon'dan nedensizce hoşlanmıştım. Aslında o kadar da nedensiz sayılmazdı; yakışıklı, yanık tenli, kumral saçlı, gri gözlü, vücudu oldukça orantılı bir rehberlik danışmanı. Daha fazla nedene gerek var mıydı? Son sorum cevapsız kalmıştı ama bir cevap almak için sormamıştım zaten. Bir an önce yerime oturmak ve çok göze batmadan onu biraz daha izlemek istemiştim. O kadar temiz görünüyordu ki.. Gömleği, pantolonu, kravatı muntazamdı. Sınıf içinde attığı uzun adımlar, yanımdan geçerken kokan sabun ve vücut losyonu kokusu... Her şey o kadar kendine özgüydü ki... Benim için ne bir öğretmendi ne de tavlayabileceğim bir erkek. Sadece hoşlanmıştım, hepsi bu. Kimi kandırıyorsun Jane, üzerine atlamamak için kendini zor tutuyorsun. İç sesime söz geçirmek zordu ne de olsa...



Şeytanın AşkıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin