17 - "Savaş"

72.7K 2.4K 214
                                    

Öncelikle notlar bu sefer bölümün sonunda. Sadece bölümün gecikme nedenini buraya yazacağım. Kurguda planladığım bir şeyi bozmamak için düzeltmeler yapmam gerekti. Bu bölüm kurguyu uzattı gibi bir şey oldu. Bu nedenle yazmaya geç başladım. Araya benim hastalanmam da girince bölüm geç geldi. Bunun için gerçekten çok özür dilerim. Umarım bu bölüm bu gecikmeye değer. 

Bölüm şarkımız ve Destan'ımız multimedia'da. Keyifli okumalar. :*

Havanın kana karıştığı ve ısrarla damarlarda dolaştığı zamanlardan beri hayat vardı.

Nefesin hayat kattığı zamanlardan beri bu iki renkli imparatorlukta, tahtlar için kavga eden büyük liderler, gücün zehirli tınısının ele geçirdiği aciz bedenler, tacın keskin kokusuna çekilen şuursuz akıllar vardı.

Nasırlı parmakların uzvu kılıçlar ve o kılıçların kanatarak aldığı, birbirinin aynısı ve farklısı sayısız hayat, kaosun insanlara en büyük hediyesi olan savaş, çağlar boyunca bu iki renkli dünyaya hüküm süren tek gerçekti. Çelişen akıllar olduğu sürece savaş vardı.

Güç, akla ve bedene hükmettiği sürece savaş vardı.

Şimdi, intikamın uzun ve güzel bacakları ile tahrik olmuş bu iki adam, gözleriyle fırtınalar ve depremler yaratarak Tanrılara yeni bir savaş bahşederken, suçsuz yeryüzü ve günahsız gökyüzü akacak kanların acımasız kokusuyla uğulduyordu. Sözcüklerin getirdiği sessiz kaos ayaklarımızın altını gizli bir depremle sarsarken, atlılarıyla koşarak gelen kanlı birliklerin kokusunu alan masumlar, saklanacak bir in arıyordu. Beynim onlara katılmam için tüm organlarımı sarsacak bir korkuyla aciz çığlıklar atsa da, vücudu her şeyime bariyer olmuş bu adamı burada asla bırakmayacak kalbim, ayaklarımı betonlayıp beni yerime çiviliyordu.

Gidemiyordum. Karşımda tüm geçmişimin başlangıcı, keskin gözleri ve ürkütücü gülümsemesiyle bana olacakları müjdelerken Fırtınayı bırakıp gidemiyordum. Karda ıslanmaya da, doluda taşlanmaya da alışmıştım ben.

“Bir daha” diye fısıldarken ölümcül bir sakinlikle yanımdaki fırtına gözlü adam “bir daha onun ile ilgili bir harfi bile ağzına alırsan, küllerinin kalıntısını bile bulamazlar Vefa Haznedar.” Yüzünden ve sesinden yayılan buram buram ölüm ile adamlar birer adım gerilerken Vefa Haznedar, yüzünde umursamaz bir gülümseme ile bir zamanlar oğlum dediği adamı izliyordu. Fırtınanın sert rüzgarına karşı yüzünde tek bir kas bile oynamamıştı. Bir bahar meltemi tüm yüzünü yalayıp geçmişçesine gülümseye devam ederken yanımdaki fırtınanın kasırgaya dönüşmeye başladığının bilincinde, eline daha sıkı sarıldım.

“Ayaz.”

İlahımın adı dudaklarımdan gergin havaya yankı bulurken öfkeden kararmış bakışları, hafiften durularak bana döndü. ‘Konuşma’ der gibiydi kasırgaları. ‘Sesini bile duymasına katlanamıyorum. Yüzünü ezberleyen gözlerini oymak istiyorum.’ Der gibi bağırıyordu çığlık çığlığa.

“Endişelenme.” Diye fısıldadı gözlerinin söylediklerinin aksine. “Sana bakmaya bile cesaret edemez, ben buradayken olmaz.”

Uğursuz bir alkış sesi aramızdaki kirli havayı doldururken bakışlarımız istemsizce sesin olduğu yöne döndü. Yüzünden o ürkütücü gülümsemeyi silmemiş, en az gülümsemesi kadar çirkin olan adam, ellerini sakince cebine yerleştirdi.

“Kanımı son damlasına kadar damarlarında taşıyan adam, bir zamanlar benim isteğim üzerine tecavüz ettiği kız için adamlarımı öldürüyor, otoritemi yakıyor.” Ayaz’ınkini andıran gözleri kararırken yüzündeki gülümseme bıçak gibi kesildi. “Sana bana karşı gelecek cesareti veren bu küçük sürtük, ikinizi de benim gazabımdan nasıl koruyacak Deran?”

RuhsuzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin