11 - "İnanç"

65.7K 2.5K 320
                                    

Eveet Portakal Çiçeği ortak bölümünden sonra biraz uzun bir ara oldu farkındayım ama elimde hazır olan bölümler bitmişti. Bölümü düne yetiştirmeye çalıştım, size ilk gün hediyesi olsun diye ama olmadı maalesef :D İkinci gün hediyesi diyelim o zaman madem :D

Bölüm önceki bölüme kıyasla bayağı kısa oldu. Fakat bölümde Ayaz ve Güneş olmayınca gerçekten dolu dolu olmuyormuş bunu anladım. Sadece Destan'ı göreceğimiz bir bölüm. Bence biraz karmaşık oldu gibi, yansıtmak istediklerimi hem yansıttım, hem yansıtamadım. Yaşı küçük okuyucularım vardır diye pek detaya girmedim açıkçası. Bu yüzden daldan dala atlayan bir bölüm oldu, arada afallayabilirsiniz :D

Bölüm şarkısı 30 Seconds To Mars - End Of All Days. Beyzama öneri için çok teşekkürler. Şarkıyla okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum, tüylerinizi diken diken edecek bir bölüm olacak o zaman.

Son olarak multimedia ve bölüm ile baş başa bırakıyorum sizi. İyi okumalar :D

Soğuk.

Kirli parmakları, beni de kendine benzetmek istercesine ayaklarımda, bacaklarımda, karnımda ve dudaklarımda gezinen, tüylerimi diken diken eden soğuk. İçime işleyen, kalbimi üşüten soğuk. Sadece çamaşırlarımın sardığı bedenimi, küf kokulu battaniyenin içinde kalmaya zorlayan, kalpsiz, acımasız soğuk.

Artık tükenen gözyaşlarım, son kez acınası bir acizlikle ruhumu ısıtmaya çalışıyordu. Üşüyordum, ruhum öyle çok üşüyordu ki hiçbir şey hissedemiyordum. Hissedemeyecek kadar üşümüştüm, hissedemeyecek kadar acımıştı canım.

Eski bir karanlıktan yeni bir karanlığa gözlerimi açalı 5 gün olmuştu. Neredeydim, ne için buradaydım bilmiyordum.  Tek bildiğim soğuktu. Üzerimde sadece çamaşırlarımla, bileklerim yatağa zincirli bir halde uyandığımdan beri tek hissettiğim, içimi yakan soğuktu.

Hayatımda ilk defa, soğuğun öldürecek kadar acıttığını hissediyordum. Yanıyordum, donuyordum, ağlıyordum ve ölüyordum. Duygudan siluetlerin oyuncak bir top misali birbirlerine fırlattıklarını hissediyordum beni. Kendi vücuduma ve kendi ruhuma komut verecek takatim kalmamıştı. Bana ne yaptılarsa, hayat enerjimi alıp götürmüşlerdi. Ruh emicinin fırlatıp attığı kabuk gibiydim.

Ağlamaktan şişmiş gözlerim eski karanlığa dönmemek için anlamsız bir çaba ile çırpınırken ciğerlerim, yorgunluktan bitap düşmüş bir şekilde beni oksijene doyurmaya çalışıyorlardı. Nefes seslerim o kadar yavaştı ki, çok yakından dinlemeyen biri öldüğümü sanabilirdi. Ölüden farksızdım, ölüm benim için kurtuluş olurdu.

Ama ölemezdim.

Çünkü soğuk her zaman kötü değildi ve duygusuzluk da her zaman acı verici. Soğuğun içinizi ısıttığı, duygusuzluğun ardına gizlenmiş koca bir okyanusun içinizi yıktığı amansız bir fırtına, kaybettiğiniz tüm enerjinizi dalga dalga yüzünüze çarpabilirdi.

Sadece sessizliğin sesini dinlediğim bu acı verici zaman, fırtınanın habercisiydi. Geliyordu. Şimşekler, karabulutlar, hortumlar ve kasırgalar… Tüm kötülükleri, acıyı ve soğuğu yutacak koca bir tusunami benim için geliyordu. Ve öfkeliydi, karanlık, yakıcı bir öfkesi vardı. Öyle kızgındı ki, önüne çıkan her şeyi yutacak, nefreti ile birlikte paramparça bir halde geri kusacaktı.

Kaos, benim kaosum. Benim için geliyordu, hissediyordum. Ölmeyecektim, kaos olmadan ölemezdim.

Onun şeytanları birer paçavra misali yakışını görmeden ölemezdim.

RuhsuzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin