Günün ilk ışıklarıydı sanırım. Gözüme gelen ışık gözümü acıtmış,uykumu bölmüştü.
Gözlerimi açtığımda yabancı bir yerde olduğumu fark ettim. Dün Emir Hoca ile geldiğimiz yer. Şirin baraka diye bahsettiğim.
"Günaydın."
Kafamı kaldırdığımda Emir Hoca karşımdaydı. Ben bu adama hoca demekten vazgeçemeyecek miyim? Adam büyük değil. Her neyse.
"Daha iyisin?"
Soru sorar gibi kaşlarını havaya kaldırdı.
"Hı hı. Teşekkürler her şey için."
Ne de güzel tepki ama!
"Sevindim."
Tebessüm ediyordu. Gülmek yakışıyordu bu adama. Yanağında beliren ufak gamzesi de ayrı hava katıyordu. Neler düşünüyordum?
Elimi yüzümü yıkasam iyi olacaktı.
"Lavabo ne tarafta?"
Eliyle gösterdiği yere baktım ve kafamı onay verircesine salladım.
Yattığım yerden kalkarken düşer gibi oldum ve sakarlığıma bir daha küfrettim.
Eli kolumdaydı. Hemen dikleştim ve kolumu çektim.
İnsanlara karşı soğuk davrandığımın farkındaydım ama bunu isteyerek yapıyordum. Bu durumdan şikayetçi olduğum söylenemezdi.
Lavaboya girdiğimde karşıda küvet vardı. Hemen sağ tarafımda lavabo. Suyu açtığımda soğuğu ilk elimde sonra yüzümde hissettim. İrkilmiştim ilk. Ama sonra rahatladığımı fark ettim.
Kafamı kaldırdığımda aynaya baktım. Barakanın temiz olması dikkatimi çekmişti. Ah biz kızlar..
Aynadaki yansımama bakınca alnımda yara bandı,dudağımın yanında ufak patlak ve gözlerimin altında morluk vardı.
Şaşırdığım söylenemezdi. Dediğim gibi somut şeyler canımı acıtmaz olmuştu. Evet canım acımıyordu.
Yüzüme birkaç kez daha su vurup tekrar aynadaki yansımama baktım. Etrafta yüzümü kurulayacak bir şey aradım. Uzanıp üst raftaki kağıt havluyu aldım. Üç parça koparıp yerine bıraktım.
Yüzümü kuruladıktan sonra çöpü aradım. Lavabonun altındaydı hemen. Çöpü attıktan sonra banyodan çıktım.
Baraka soğuk değildi. Küçük şömine yanıyordu,ağır ağır.. Emir Hocayı görememiştim. Barakanın içinde göz gezdirince mutfakta olduğunu gördüm.
Yanına gidip gitmemek arasında kaldım. Ağır adımlarla mutfağa yaklaştım.
"Yardım edeyim?"
Arkasını dönerek elindeki tabağı bana uzattı:
"Şunu masaya götür."
Tabağı alıp masaya bıraktım ve tekrar yanına gittim. Bir tabak daha verdi ve masaya bıraktım.
Camdan dışarı baktığımda yağmur çiseliyordu. Yapraklar dökülmüş,kimi ağaç bedenini yapraktan temizlemiş kimi kısım kısım yapraklıydı..
Pencereyi açıp kafamı dışarı çıkardım. Etraf toprak kokuyordu.
Toprak kokusunu içime çektim. İçim ferahlıyordu. İçim rahatlıyordu..
Havanın böyle olduğu zamanlarda babamla kahvelerimizi alıp,cam kenarında kitap okurduk. Yağmur arttığında,sesi fazlalaştığında korkardım. Okuduğum kitaba odaklanamazdım.
Şimşek çaktığında şimşeğin babamı alacağını sanardım. Çocukluk aklı işte..
Çocukken daha güzeldi ama. Çocukken hayatım normaldi. Büyüdükçe hayattan soğumaya başladım.
Çünkü her şeyin farkına varıyordum. Belki bir deli olarak dünyaya gelsem hayat daha güzel olabilirdi. Evet , her şey kişinin iradesiyle oluşuyor ama elimden gelmeyen şeyler..
Gözümden inen yaşı fark ettim. Yine düşünüyordum. Elimde olmadan..
.. garip olan şey ise, her şeyin ölümden sonra değişmiş olması... babamın ölümünden sonra.
Yapamıyordum. Bazı şeyleri atlatamıyordum. Başaramıyordum. Elimden gelen hiçbir şey yok,yoktu. Ne yapacağımı bilmiyordum.
Ciddi anlamda bunalmıştım. Nedenini tam olarak kestiremiyordum. Yani belli başlıklı şeyler vardı ama ..
Ben iyi değilim. hem de hiç..
Soğuk yüzüme vuruyordu. Yanağımda kuruyan yaşlar yüzümü serinletiyordu. Yüzümdeki yangın sönüyordu da, içimdeki yangın hiç dinmiyordu.
Gözlerimi kapadım. Sıkıca yumdum. Son yaş damlası gözümden yavaşça süzüldü.
Biraz öyle bekledikten sonra bir kol belimi kavradı ve hafifçe geri çekti. Sorgulamadım. Evet bunlar bana ters hareketlerdi fakat idrak edemiyordum sanki.
Sanki elim kolum bağlıydı.
Pencereyi kapatıp yemek masasına geçti. Baş köşede duran sandalyeyi çekip oturdu.
"Hadi otur. Gününü aç aç mı geçireceksin? Hadiii ."
Aramızdaki bu samimiyeti anlamıyordum. Garip olan şu ki rahatsız olmuyordum. Olan hiçbir şeyi sorgulamıyordum.
Masaya yanaşarak sandalyeden destek aldım. Başım döner gibi oldu. Sandalyeyi çekip oturdum. Çay hazırdı. Şeker koymadan bir yudum aldım.
Emir Hoca kahvaltısını yapıyordu. Benimse hiç iştahım yoktu. Sadece çay içiyordum. O da adama ayıp olmasın diye.
"Bir şeyler yemeyi deneyebilirsin mesela?"
Kafamı kaldırarak ona baktım.
"Efendim?"
"Bir şeyler diyorum yesen diyorum."
"İştahım yok. Zahmet ettiniz ama.."
"Bir şeyler atıştırmadan masadan kalkamazsın."
"Gerçekt.."
"İtiraz istemiyorum. Bir hocan olarak sana bunu söylüyorum."
Bu da neyin nesi? Çocuk muyuz biz? Her neyse..
Masada yiyebileceğim bir şey var mı diye baktım. Imm labne. Hiç fena değil.
Biraz atıştırdıktan sonra tabakları mutfak tezgahına taşımaya başladım. Emir Hocanın yardımıyla toplayıp mutfakları hallettik. Hallettik derken makineye dizdim ben o da masayı topladı.
"Benim 14:00'te dersim var."
"Bende eve gideceğim."
"Eve gidecek misin?"
Eve gidecek miydim? Hayır. Ben neden böyle demiştim?
"Bilmiyorum."
İkimizde ayakta duruyorduk. Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. O da bana bakıyordu.
"Şey.. ee.. burada kalabi.."
"Hayır."
Ani tepkime şaşırmış olacak ki gözleri büyüdü aniden.
"Peki sen bilirsin."
Sahi ben nereye gidecektim? Ben kafayı yemeyeyim de kim yesin?
"Nereye gideceksin?"
"Bilmiyorum."
"Anka, bak burada kalabilirsin. Bana güvenebilirsin. Anladığım kadarıyla eve gitmek istemiyorsun ki gitmeyeceksin. Burası senin için güvenli."
"Bilmiyorum. Ne yapacağım bilmiyorum."
Kanepenin kenarına oturdum. Düşünüyordum. Ne yapacaktım?
Evet eve gitmeyeceğim.
Mila'nın yanına gitsem? Bu fena fikir değil. Ama nasıl ulaşacaktım ona?
Telefonum yanımda değildi. Okula gitsem , okulda olup olmadığından emin değilim. Başka bir seçenek var gibi görünmüyor. Bugün öğleden sonra dersimiz yok. Okulda olmayabilir? Saçmalamaya başladım evet.
Burada mı kalmalıyım acaba?
"Ben yarım saat sonra çıkacağım. Sen burada kal. Dersim iki saat sürer . Çıkışta direkt buraya gelirim. "
Ona bakıyordum. Ne yapmaya çalışıyordu?
Barakanın içinde hiç girmediğim odaya girip bir müddet orada oyalandı. Onun odasıydı sanırım.
Barakanın içinde kütüphane olduğunu fark ettim. Yeni dikkatimi çekti. Çok büyük olduğu söylenemezdi. Kalkıp kütüphanenin yanına gittim.
Kitapları çok seviyordum,kitaplarla aşk yaşıyordum falan. O derece. Aramızdaki başka bir ilişkiydi. Onlar yargılamıyordu beni.
Onlar hiçbir zaman sorgulamıyordu. Nedensizce okuyordum. Kendi dünyam ile bağımı koparıp,kendi dünyalarına dalıyordum.
Açıkçası işime geliyordu.
Elime bir şiir kitabı aldım. Sayfaları çevirmeye başladım.
Bir yerde durdum ve sayfaya yerleştirilmiş fotoğrafa baktım.
Küçük bir erkek çocuğu.. Galiba Emir Hocaydı.
Sesler duyunca kitabı rafa koydum. Geçip kanepeye oturdum. Etrafı inceliyordum ki odadan çıkmıştı. Siyah takımıyla oldukça şık görünüyordu.
Kapıya gitmişti. Ardından bakıyordum. Ayakkabılarını giydikten sonra bana dönüp
"Bir şey istiyor musun?"
"Ha-hayır. Teşekkür ederim her şey için."
"Çekinmene gerek yok. Bir şeye ihtiyacın olursa.. Eee"
Cebindeki telefonu çıkarıp bana uzatarak :
"Arayacağım seni."
"Saçmalamayın ne olur.Alın lütfen."
"Telefonunu arabada bırakmasaydın bende sana telefonumu bırakmak zorunda kalmazdım. İtiraz yok. Seni arayacağım."
"Pe-peki. Teşekkür ede.."
"Çok fazla teşekkür ediyorsun."
"Peki."
Dışarı çıkıp kapıyı kapattı. Pencereden onu izliyordum. Bir an aklıma evli çiftler geldi. Kocasını uğurlayan ev hanımı..
Neler saçmalıyordum ben?
Kütüphanenin yanına gidip bakınmaya başladım. Elime aldığım romanı incelemeye başladım. Polisiye romanı. İlgimi çekerdi. Ama asıl ilgi alanım şiirlerdi..
Biraz önce elime aldığım şiir kitabına bakıyordum. Nazım Hikmet elinden çıkmış bir kitap. Fotoğrafın olduğu sayfayı açtım.
Fotoğraf dışarıda çekilmişti,kendini belli ediyordu.
Evet bu Emir Hocaydı. Gülüşü hiç değişmemiş. Sağ yanağındaki gamzesi hala aynı. Yani gördüğüm kadarıyla..
Telefonun çalmasıyla irkiliverdim. Ekranda numara vardı.
Emir Hocanın yeni hat almış olabileceği düşüncesiyle telefonu açtım.
"Efendim?"
"Alo."
"Efendim?"
"Yanındaymış abi."
Tanıyamadığım ses geliyordu.
"E-efendim?"
"Anka?"
"Evet benim."
"Evet abi evet..."
Neler oluyor?
Dıt dıt dıt ..
Telefonu kulağımdan uzaklaştırdığımda araba sesleri duyuyordum.
Telaşlanmaya başladım. Sesler yakından geliyordu,yakından,yakından...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SOĞUK BANK
Teen FictionYine üşüyordum bankta.. Düşünce selinde bulmuştum kendimi.. Özlüyordum,gün geçtikçe ağırlaşan bu hissin altında... "En güçlü kuş bu,senin adın Anka.Vazgeçmeyeceksin.Göğüs gereceksin. Seni seviyorum benim küçük kızım..." "Hep en yüksek...