That's when you said, how can I be your friend when I know the way you taste?

2.9K 274 131
                                    

Önümdeki bilgisayar ekranı bulanıklaşmaya başladığında gözlüklerimi çıkardım ve gözlerimi kapattım. Koltuğa başımı yasladığımda, anca, boynumun ne kadar ağrıdığını fark edebildim.

Yanımdaki telefonuma baktığımda saatin 2:48 olduğunu gördüm.

O kadar olmuş mu?

Son değişiklikleri kaydedip bilgisayarımı kapattım. Son bir haftam oldukça yoğun geçmişti ve büyük bir şirkette çalışmak, bu yoğunluğu ikiye değil, üçe katlıyordu.

Zordu, kısacası.

Beynim erimişti cidden, ne Hyunjin ve Jisung ile düzgünce konuşabilmiştim ne de düzgünce dinlenebilmiştim.

Elimdeki işi ne kadar erken bitirirsem o kadar erken bir tatil zamanına erişebilirdim.

Bu, Hyunjin ve Jisung ile daha çok zaman geçirebilirim demekti.

Onlar hakkında; kabul etmiş miydim onları sevdiğimi? Hayır. Sadece, inkar etmiyordum.

Akışına bırakmıştım.

Psikoloğum ile bunları konuştuğumuzda, bana oldukça ilerlediğimi ve bunu başarmamın oldukça önemli olduğunu söylemişti.

Akışına bırakmıştım.

Evet, düşünmüyordum-ya da düşünmemeye çalışıyordum.

Kafama ne eserse onu yapıyordum.

Eskiden, içeceğim içecek için bile saatlerce düşündüğüm olurdu ama artık böyle değildim. Aklıma ilk geleni söylüyordum ve pişman olmamıştım.

Jisung ve Hyunjin için de böyleydi. Onlara karşı aklıma ilk gelen şekilde davranıyordum ve kendimi uzun zaman sonra mutlu hissediyordum.

Mutluydum.

Mesela düşüncelerim bitmişti. Paragraflar uzunluğunda olan düşüncelerim yoktu.

Bir kaç cümle yetiyordu bana.

Gereksiz hiçbir şey yoktu.

Günü en iyi kısmında bırakmak istediğim için sakince ayağa kalktım ve bulunduğum odadan çıktım. Yatak odama ilerlerken boş koridor duvarları gözüme çarpmıştı.

Resim asabilirdim.

Son kapıya geldiğimde kulpunu aşağıya çektim ve odama girdim. Kendimi yatağıma bıraktığımda uykuya dalmam uzun sürmemişti çünkü gerçekten yorulmuştum.

Rüyamda beni bırakmayan Jisung ve Hyunjin ise uyandığım anda onları özlememi sağladı. Telefonumu açtım ve Jisung'u aradım. Özledim demiştim sonuçta.

"Alo?"

Sesi uykulu geliyordu.

"Uyandırdım mı?"

Bir kaç saniye ses gelmedi.

"Evet. Ama iyi ki uyandırmışsın, uyumuşum. Geç kalmamızı engellediğin için kendine bir madalya al."

Oturduğum yerden hızlıca kalktım.

"Siktir! Changbin'e madalya alacaktım ben! Nasıl unuttum? Jisung! Nasıl unutmama izin verirsin?"

Etrafta koştururken kulağımdaki telefona bağırıyordum. Eşyalarımı çantama tıkıştırmayı bitirdiğimde ayakkabılarımı giymek için telefonu hoparlöre alıp kenara koydum.

"Ne? Hyung, ne madalyası? Changbin Hyung ne alaka? Of, hiçbir şey anlamıyorum."

Telefonu elime aldım ve uyuşuk uyuşuk konuşan Jisung'a gülerken aynı zamanda merdivenlere koştum.

feel it twice | hyunhosungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin