Üvey

259 16 7
                                    

The Mentalist ve Lie to Me dizilerinden esinlenerek kurgulanmış bir yazıdır. İzlemediyseniz ikisini de izlemenizi tavsiye ederim. Umarım beğenirsiniz.

Elimde ki karton bardağı çöpe attığım sırada Jennifer yanıma geldi.

"Daha ne kadar oylanmayı düşünüyorsun?" Bu davalardan sıkılmış birisi olarak tepkimi göstermekten çekinmeyerek sarı polis şeridinin diğer tarafına geçtim.

"Bu sana son yardım edişin Jenny." Elini kalın kemerine atarak önden yürüdü.

"Sen onu benim koca kıçıma anlat." Saçlarını sıkı bir at kuyruğu yapmış, çelik gibi sinirleri olan kadının peşine düştüm. Her seferinde bu son desemde hep dikkatimi çekecek bir şeyler buluyordu. Zekasına hayrandım.

Şimdi ise yeşil çimenleri, beyaz boyalı duvarları ve bahçelerinde ki kanla kaplı bölgenin dibinde ki köpek kulübesi ile lüks bir evin içine giriyorduk. Yeni kesilmiş çim ve kan kokusu... Mükemmel (!)

Jennifer otomatik olarak salona doğru ilerlerken bir şey duraksamama sebep oldu. Yaşlı bir çift, genç bir kız çocuğu ve ondan bir kaç yaş büyük bir oğlan oturmuş hep beraber ağlayarak polislerin sorduğu sorulara cevap vermeye çalışıyorlardı.

Hepsinin yüzlerini teker teker incelediğimde gördüğüm şeyler alışkın olduklarımdı. İnkar, kabullenememe, acı, özlem, şaşkınlık ve giden kişi gittiği için duyulan öfke. Ama bu tabloda eksik olan bir şeyler vardı.

Sol taraftan gelen tıkırtılar ile yönümü oraya çevirdim. Ve vola! Sarışın, kırıklarında bir kadın gereksiz derecede büyük olan mutfakta oturmuş kahve içiyordu. İçeri girdiğimi fark ettiği gibi hızla ayağa kalktı.

Telaş.

"Lütfen rahatsız olmayın. Ben polis ile beraber çalışıyorum adım Victor Monroe." Uzattığım elime kısa bir bakış attıktan sonra yavaşça sıktı.

Buz gibi ve terli eller.

Elini çekmeden önce hafifçe bileğine bastırdığımda hemen geri çekildi.

Hızlanan nabız.

"Bende Melonny Hawkins. Kahve alır mıydınız?" Yarıya inmiş kupasını işaret ettiğinde kibarca reddettim. Bir yandan ufak adımlarla mutfağı geziyordum. Kadın bir an olsun bakışlarını üstümden çekmedi.

"Kahve sevmem teşekkürler. Ama varsa bir fincan çay çok güzel giderdi." Başıyla onaylayıp yerinden kalktığında biraz uzağında durup onu izledim.

Kaynayan demliğe bitki çayını atıp porselen bir fincanı raftan çıkartırken dışarıya verdiği sakinliği dikkat çekiciydi. Kalbi deli gibi atmasına, terlemesine ve telaşlı olmasına rağmen evine misafir gelmiş kadar rahat duruyordu.

Uzattığı fincanı teşekkür ederek aldığımda az önce oturduğu masaya geçip kuruldum.

"Lütfen oturun Bayan Hawkins. Kaybınız yüzünden çok üzgün olmalısınız ama sizinle konuşmak isterim."  Derin bir iç çekerek yerine oturduğunda çaydan bir yudum aldım.

"Mmm baya leziz. Oldukça yeteneklisiniz Bayan Hawkins." İltifat almayı beklemiyor gibi bir an kızardı. Hmm.

"Teşekkürler Bay Monroe. Lütfen ne soracaksınız sorun. Sabahtan beri polisler tarafından defalarca sorguya çekildim ve çok yorgunum." Bacak bacak üstüne atıp fincanımı elime aldım.

"Lüks bir semtte güzel bir evde oturuyorsunuz Bayan Hawkins. Size Mellony diyebilir miyim?" Başıyla onayladığında devam ettim.

"Ama Mellony, senin gibi bir sosyetiğe yakışmayan ellere sahipsin. Bahçe işleriyle uğraşıyorsun herhalde." Ellerine baktığımda hızla parmaklarını yumruk yaptı. Güzel.

Benimle Oynar mısın?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin