Acı içinde yavaş yavaş gözlerimi açtım, karanlık küçücük bir hücrenin içindeydim. Gözümün önünde uzunca bir silüet duruyordu, muhtemelen Wayne Tucker'dı. Bana doğru yaklaştı ve küçümseyici bir tavırla "Günaydın küçük kız." Dedi ve kahkaha attı. İnanılmaz derecede sinir bozucu tavırları vardı. Hiç sevilesi biri değildi, "Bana küçük kız demesen iyi olur." Dedim. Bir kahkaha daha attı.
"Tatlım, sen bana ne yapacağımı söyleyemezsin. Hem ayrıca ne yapabilirsin ki? Ellerin ve kolların bağlı, burada böyle oturmaktan başka hiçbir şey yapamazsın." Dedi ve kahkaha attı. Sürekli kahkaha atmak için yer arıyordu, asıl sinir bozucu olan kahkahası değil kahkaha atmayı sürekli tekrarlamasıydı.
"Şimdi söyle bakalım şu çok gizemli üssünüz nerede?" Diye sordu. "Gerçekten söyleyeceğimi sanıyorsan beni çok hafife alıyorsun demektir." Dedim. Bana çok sert bir yumruk attı, yumruğu o kadar sertti ki burnumu kanatmıştı. Yine de hiç bozuntuya vermedim ve sabrettim.
"Bana biraz kendinden bahsetsene, seni daha önce gördüğümü sanmıyorum." Dedi sinsice. "Neden böyle bir şey yapayım?" Diye sordum. "Hadi ama küçüğüm, biraz eğlenmek istiyorum." Dedi ve şu sinir bozucu kahkahasını attı. Ortam ve Wayne'in aptalca tavırları yüzünden epey bunalmıştım fakat nasıl dışarı çıkacağıma dair hiçbir fikrim yoktu.
Wayne "Biliyor musun sen çok sıkıcısın." Dedi. "Ciddi anlamda sıkıldım senden." Gözlerimi devirip "Ben de sana çok meraklıydım, manyak herif." Dedim. Bu sefer de tokat attı. Dürüst olmam gerekirse beni hiç şaşırmadım çünkü söylecek bir şey bulamadıkları zaman şiddette başvurduklarını biliyordum.
Kafamı kaldırıp "Elinden geleni ardına koyma, hiçbir şey öğrenemeyeceksin." Dedim. "Sana kesinlikle hiçbir şey söylemeyeceğim." Wayne iyice sinirlenmişti. "Tamam, artık bu kadar yeter ben gidiyorum, burada biraz yalnız kal da aklın başına gelsin!" Dedi ve kapıyı çarpıp gitti.
Yalnız kalmaktan korkacağımı sanıyordu, halbuki ben zamanımın çoğunu yalnız geçirirdim. Hatta yaklaşık altı aydır yalnız yaşıyordum ve bundan kesinlikle rahatsız olmuyordum. Beni rahatsız eden tek şey Flame Warriors'un elinde olmaktı.
Bir müddet durup düşündüm, acaba hangi hücredeydim? Heather'ın bulunduğu hücrede mi? Yoksa başka bir hücrede mi? Sonra hatırladım, oyunda Flame Warriors üssü mevcuttu ve oyun esnasında diğer hücreleri görmüştüm. O hücrelerde loş bir ışık vardı ama burada ışık yok denecek kadar azdı. Sanırım hem Heather'ın hem de Harvey'nin farklı zamanlarda içinde bulunduğu o en karanlık hücredeydim.
Üçümüzü de aynı hücreye koymakla büyük salaklık etmişlerdi, çünkü artık o yeri bildiğimiz için içimizden biri oradan kolayca kaçabilirdik ve sanırım piyango bana çıktı. Bu katın nasıl olduğunu ve çıkışının ne tarafta olduğunu bildiğim için çıkmam çok kolay olurdu, ama peşime takılacakları ihtimalini de göz önünde bulundurmam gerekiyordu.
Bütün bunları düşünüp planlarken içeri Mason girdi. Kaslı kollarıyla kapıyı sertçe kapattı, aslında görünürde havalıydı ve oyunu oynayan çoğu kişi onun tarzını beğenirdi fakat manyağın tekiydi.
Size her türlü işkenceyi yapabilir ve bundan büyük bir memnuniyet duyardı. Mason "Merhaba ufaklık, demek yine buradasın!" Dedi."Burada hiç olmamayı dilerdim." Diye cevap verdim. Bana sinirli bir bakış attı, "Üssünüzün yerini söyleyecek misin? Söylemeyecek misin? Eğer söylemeyeceksen seninle çok işimiz var." Dedi. "İstediğini yap sana hiçbir şey söylemeyeceğim Heather'a da hiçbir zarar veremeyeceksiniz!" Dedim sinirle. Bu seferde karnıma bir tekme yedim bu daha acı vericiydi fakat yine de güçlü bir şekilde dayandım.
"Nasıl bu kadar acımasız olabiliyorsunuz?" Diye sordum. "Heather'ın bir ailesi, bir hayatı vardı. Sevdikleri vardı. Nasıl acımasızca onu hayatından alıkoydunuz." Mason güldü ve "Çok kolay oldu." Dedi. "Bizim olayımız bu, daha çok servet için daha çok insanın kendini feda etmesi gerekiyor. Hepsi bize mecburlar, biz olmadan onlar hiçbir şey."
Çok sinirlenmiştim insanları adeta birer mal olarak görüyorlardı, "Hepiniz aşağılık pisliklersiniz!" Dedim. Hepsi çok bencil, düşüncesiz ve ahlak yoksunuydu. Mason eliyle sertçe çenemi tuttu ve "Bana bak ufaklık, kendini bir şey sanma. Bizler büyük servetler kazanan büyük adamlarız, sen ise sadece basit zavallı bir gençsin." Dedi.
"İnsanları zorla alıkoyarak bolca para kazanan bir şahıs olmak yerine basit bir genç olmayı yeğlerim." Diye cevap verdim. "En azından bu şekilde karaktersiz ve ahlaksız olmam." Şimdi de sağ gözüme yumruk atmıştı. Kısa süre içerisinde sağ gözüm şişmeye başladı. Sabretmeyi sürdürüyordum, "Kendini yorma, bir şey söylememeye kararlıyım." Dedim.
Sinirlenip hücreyi terk etti, fakat hücreyi terk ederken bir şey oldu. Yedek anahtarı düşürmüştü! Artık buradan çıkabilirdim. Tabii çıkarken de birçok riski göze almam gerekiyordu beni görebilirlerdi. Yine de kaçmaya kararlıydım ve sandalyeyi öne doğru ittirerek anahtara ulaşmaya çalıştım. Ulaşmaya çalışırken sandalye düştü fakat yine de anahtara ulaşmayı başardım.
Anahtarla ellerimdeki ipleri kesmeye çalışıyordum biraz zorlandım ancak yine de kesmeyi başardım. Daha sonra ayaklarımdaki bağı da çözdüm, ama bir sıkıntı vardı sandalyeyle beraber düştükten sonra bacağım ağrımaya başlamıştı ve sendeleyerek yürüyordum.
Kapıya doğru ilerledim, güçlükle de olsa kapıyı açmayı başardım. Hücrenin solunda dışarıya giden bir kapı vardı, dışarıda da bir merdiven vardı. Dışarıya giden kapıya ilerlerken arkadan boğuk bir ses duydum. "Yetişin, kaçıyor!" Diye bağırdı. Hızlıca kapıya koştum, kaçarken iki saniye kadar arkama baktım.
Wayne, Mason ve Flame Warriors'ın önde gelen üyelerinden biri olan Alexander Bloyd peşimden geliyordu. Hızlıca merdivenlerden iniyordum ve nihayet dışarıdaydım. Fakat onlardan uzaklaşmam gerekiyordu, ileriye doğru biraz koştuktan sonra bir araba gördüm.
"Neyse ki araba kullanmayı biliyorum." Diye geçirdim içimden. Hızlıca arabaya doğru yöneldim, kilitliydi. Fakat araba eski model olduğu için kapı kolunda bir kilit vardı, cebimdeki bir tel tokayı alıp kilidi zorladım. Bu arada bana doğru yaklaşıyorlardı, arabanın kapısını açmak için debelendim.
Sonunda başardım ve arabaya bindim. Daha sonra kontağı çevirmeye çalıştım ve onu da başardım. Arabayı çalıştırdım hızlıca yol aldım, tabii Wayne, Mason ve Alexander da peşimden geliyordu. Hızlıca arabayı sürüyordum, çok endişelendim. Ne yapacağımı, nereye gideceğimi bilmiyordum.
Alexander arkamdan "Burada öleceksin!" Diye bağırıyordu. Tek bir cümlesi bile sinirimi bozmaya yetmişti. Arabayı daha da hızlı sürmeye başladım, hiçbir şeyi düşünmüyor gittikçe daha hızlı kullanıyordum.
Acaba sahiden ölür müydüm? Flame Warriors'un eline tekrardan düşer miydim? Yoksa takımım, ailem gibi gördüğüm o insanlar beni yeniden bulur muydu? Harvey'ye intikam için yardım edebilecek miydim? Hiçbirini bilmiyordum ama umarsızca, düşünmeden etmeden son hızla gitmeye devam ediyordum.
Wayne kahkahalarla "Bizden kaçamazsın küçük kız!" Diye haykırdı.
Ne Alexander'a ne de Wayne'e cevap vermiyordum. Onlar umurumda bile değildi, umurumda olan tek şey takım arkadaşlarımdı. Yardımıma ihtiyaçları vardı, almamız gereken bir intikam vardı. Takımımı, değer verdiğim o insanları yeniden bulabilmek umuduyla arabayı sürmeye devam ediyordum.Bu sırada o üçü yine beni takip etmeye devam ediyordu. Son hızla giderken yolda gözüme bir şey çarptı, yanımdan büyük bir araç geçti. İşte oldu, takım arkadaşlarım beni bulmuştu. İçimde endişe ve sevinç bir aradaydı, aracın yanına gidebilmek için aracı geriye doğru çevirmeye çalıştım ama sonra çok büyük bir darbe aldım. Muhtemelen kaza geçirmiştim, bir kez daha bilincim kapanıyordu. Yine hiçbir şeyi bilmeden, hiçliğin ortasına doğru bir kez daha gidiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Piksel
Science FictionWillow Johnson adında 19 yaşında bir kız, biraz video oyunu oynayıp daha sonra derin bir uykuya dalar. Sabah uyandığında kendini en sevdiği oyunun dünyasında bulur. Nasıl geri döneceğini bilmeyen Willow zamanla karakterlerin iç dünyalarını tanımaya...