Mr. Sandman- SYML
Ertesi günün gecesinde Draco odasında uzanmış, tavanı izliyordu. Kafasındaki düşüncelerden boğulacak gibi hissediyordu. İçindeki suçluluk duygusu, hem kalbini, hem ruhunu parçalıyormuş gibiydi.
Nefes alamadığını hissetti. Ayağı kalktı ve derin bir iç çekti. Boşlukta hissediyordu. Sabah Tonks'u kısa bir törenle gömdükten sonra herkes odasına çekilmişti. Grimmauld normalden daha sessizdi. Sessizlik sağır ediciydi herkes için. Draco o günden sonra diğerlerinin gözüne nasıl bakacağını düşünüyordu. Peki Teddy? Yeğenine, annesinin ölümünü nasıl anlattıklarını hatırladı. Babasının kucağında kendisinin gözyaşlarını umursamayıp babasını sakinleştiriyordu. Yaşına göre oldukça olgun olan Teddy bile olanları gayet iyi anlıyordu.
Draco ayağı kalktı. Saat gecenin bir yarısıydı. Kimsenin olmayacağını düşünüp odasından çıktı. Sessiz adımlarla mutfağa doğru ilerledi. Önünde geçtiği oturma odasından gelen konuşma sesleriyle başını refleks olarak oraya çevirdi. Sirius, Ron ve Harry oturmuş, bir şey konuşuyorlardı fısıldayarak. Üçü de gözünü kapıda onlara bakan Draco'ya baktığında gözünü kaçırdı ve mutfağa ilerlemeye devam etti. Mutfağa gittiğinde bir bardak alıp su doldurdu ve boğazındaki kuruluğa karşı yavaşça içti. Bardağı bıraktı. Ellerini masaya koyup nefeslendi ve boynunu esnetmek amaçlı geriye yatırdı. İç çekti ve arkasını döndü.
Keşke dönmeseydi.
Remus tam arkasında dağınık saçlarıyla, yüzündeki ter, gözyaşı ve toprak lekeleriyle, elindeki ateş viskisi şişesiyle karşısında duruyordu ifadesizce. Draco irkildi. O kadar boş bakıyordu ki Draco'nun gözlerine... Bu bile onu korkutmaya yetmişti.
"Remus?" Draco titreyen sesini gizlemeye çalıştı. Ama maalesef başaramadı.
Remus hafifçe gülümseyerek ona doğru bir adım attığında Draco bir adım geri gitti ve arkasındaki duvara yaslandı. "Tonks her zaman 'Dostuna da düşmanına da yardım et. Çünkü o zaman dostunla daha yakın, düşmanınla dost olursun.' derdi." Draco konunun nereye gideceğini anlamıyordu. Bu konuyu konuşmak istediği son kişi Remus'tu. Remus elindeki şişeyi yanındaki masaya bıraktı ve ona doğru birkaç adım daha attı. Ve cebinden asasını çıkarttı. "Ama o artık ölü. Senin yüzünden. O yüzden ne söyleyip söylemediğinin bir önemi yok, değil mi?" Remus sırıttı ve Draco'ya gittikçe yaklaştı. Draco, Remus'un hem yüz ifadesinden, hem de davranışlarından dolayı korkusundan olan nefes seslerini duyabiliyordu.
Remus onun dibine girdi. Onu iyice duvara yasladı ve asasını boynuna tuttu. "Remus, bekle..."
"Yeterince bekledim." Remus'un kelimelerinin sessiz olmasına rağmen etkili olan sesinden dolayı tüyleri diken diken oluyordu. "Bu gece... Öleceksin." Remus hırıldadı gülümseyerek. "Ama önce bana yaptıklarını söyle. Söyle ki neden bu halde olduğumuzu o küçük kafana sokmayı başarayım. Draco onu bekletmeden, korkusundan mıdır, pişmanlığından ya da üzüntüsünden midir bilinmez, ortaya çıkan gözyaşları eşliğinde başını hızlıca salladı. "Güzel... Günahlarını timsah gözyaşlarının arkasına saklamayı kes ve söyle bana."
"Onu ben öldürdüm." Draco sesinin çıkmamasından dolayı fısıldadı. Ağzından kaçan hıçkırığa engel olamadı ve nefesini tuttu.
"Duyamadım?"
"Onu ben öldürdüm. Lanet olsun. Ben yaptım." Draco artık tutmaya bile çalışmadığı hıçkırıkların eşliğinde konuşmaya çalıştı. Gözlerinden akan küçük yaşlar dudağında tuzlu etki yaratıyordu.
"Devam et." Remus'un fısıltıları Draco'ya irkilme etkisi yapıyordu. Acıyı, öfkeyi, intikam isteğini ve nefreti aynı anda bahseden sesi psikolojik baskı yapıyordu.
"Bulunma ihtimalini biliyordum. Onu korumam gerekirdi. Yalnız bırakmamam gerekirdi. Ortaya çıkmalıydım."
"Ve?"
"Ve... Benim orada olduğumu bildiklerini biliyordum. Kendimi göstermek istemedim. Kendimi korumak istedim. Ben..." Draco nefessiz hissediyordu. Remus'un sıcak nefesinin verdiği terleme ve korku, boğazındaki baskı yapan asa eşliğinde güçsüz düşmemeye çalışıyordu.
"Sen?"
"Onun öldürülmesine göz yumdum. Çünkü onun benim kadar korkak olmadığını biliyordum. Öyleydi. O çok cesurdu. Onu ölüme terketmeyi seçtim. Kendi hayatımı kurtarmayı..." Draco tek nefeste söylediği şeylerle, Remus'un yüzündeki öfke, yavaşça acıya dönüştü. Kendi gözlerinden düşen yaşlarla biraz geri çekildi ve Draco'nun kapalı gözleriyle çırpınmasını inceledi. "Ben olmalıydım. Ölen ben olmalıydım..." Sesi sessiz bir çığlık gibi bir fısıltıyla çıkan Draco'nun tüm vücudu titriyordu. Gözyaşlarından ödün vermeden gözlerini yavaşça araladı ve Remus'a baktı. Remus elini gevşetmesiyle boynundaki asasını yumuşattığından sonra tekrar boynuna bastırdı ve dudaklarını birbirine bastırdı. "Lütfen, Remus..." Dudaklarından yüksek bir hıçkırık çıktı ve ağzını araladı. "Sana huzur verecekse... Yap şunu, Remus. Lütfen..."
Remus karşısındaki çocuğun umutsuz ve darmadağın haline karşı tepkisiz duruyordu. İçindeki fırtınanın aksine. Nefeslendi. Birbirine bastırmaktan şişen dudaklarını araladı ve onun kırmızı gözlerine baktı. Asasını gevşetti ve vücudunu serbest bıraktı.
"Lütfen-"
"Benim daha iyi bir fikrim var." Remus vücudunu gevşetti ve Draco'yu baştan aşağı süzdü. Gözlerini onun gözlerine dikti ve devam etti. "Yaptığın şeyle yaşa." Remus geri adım attı. Arkasını döndü ve masadaki şişeyi alıp tekrar başına dikti. Odadan çıktı ve dışarıya yöneldi. Üçlünün oturduğu oturma odasının kapısında durdu ve ifadesizce onlara baktı. Ron hemen Harry'e baktı. İkisi de ne demek istediğini anlamıştı. Draco'nun olduğunu taraftan geliyordu. İkisi hemen ayağı kalktı ve Draco'nun olduğu tarafa yöneldi. Sirius ise uyuşmuş Remus'u yukarı çıkarmak için ona yöneldi.
Draco, Remus odadan çıktıktan sonra titreyen bacaklarına daha fazla dayanamadı ve yere düştü. Bacaklarının birini kendine çekti, birini ise serbest bıraktı. Gözlerini yere dikti ve sessiz sessiz sızlanmaya başladı. Ron ve Harry acele bir şekilde mutfağa girdi ve yerde darmadağın duran Draco'ya baktı. İkisi de birbirine baktı ve yavaşça ona yaklaştı. Ron bir yanında, Harry diğer yanında çöktü ve omuzlarını destek vermek amacıyla tuttu. Draco yorgunluktan başını yanında duran Harry'nin göğsüne düşürdü. Harry ise bir elini Draco'nun dizinin üstüne olan elinin üzerine koydu ve yavaşça sıktı. Ona biraz zaman vermek için hiç kimse konuşmuyordu. Zaten Draco'nun hıçkırıkları her şeyi anlatıyordu.
Kimse Draco'yu suçlamıyordu. Remus hariç. Eğer Draco onlara katılsaydı ve o ölecekti, ya tüm bilgileri sızdırması için işkence edilecekti ve sonucunda çoğu kişi ölecekti, ya da ortaya çıkmayıp tüm yoldaşlığı karşı tek bir kişinin canını ortaya koyacaktı. Ve o bunu seçti.
Ve herkes onun ortaya çıkacak kadar cesur olmadığını biliyordu. Kimse ondan böyle bir cesaret edip ortaya çıkmasını da beklemiyordu. Ama bu onun ruhsuz ve düşüncesiz olduğu anlamına gelmiyordu.
En azından kendine karşı.
Ve isteklerine...
Merhaba, bu bölüm the 100 dizisinin 7. sezon 13. bölümünden ilham alınarak (kopyalanarak) yazılmıştır, teşekkürler<3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the dragon's sanctuary || drarry
FanfictionSavaş bitmişti. Ama kargaşa ve ölümler asla. Ölüm yiyenler kaçmış, kendilerine yeni bir sığınma mekanı, bir yetkili ve yeni bir amaç bulmuştu. Aralarından kaçmaya çalışan Draco Malfoy'un ise kaçacak tek bir yeri vardı. Grimmauld Meydanı 12 Numara...