Never Let Me Go- Florence + The Machine
Draco mektubu elinden bırakıp elindeki içki dolu bardağını kafasına dikti ve bardağı masaya vurarak bıraktı. İçindeki tüm öfkeyi, hırsı dışarı vurmamaya çalışırken kendini yiyordu. Mektubu buruşturup bi kenara attıktan sonra hızlı adımlarla odadan çıktı. Bu haliyle kimseye görünmek istemiyordu.
Nasıl hissedeceğini, aslında hissettiğini bilmiyordu. Üzülse? Ya da mutlu olsa? Umursamasa? Belirsiz.
Ayakları nerede yalnız kalabilecekse onu götürdüğü yere gitti. Yürüdü ve odanın kapısında durdu. Hızla kapıyı açtı ve kapıda durdu. İçeriye baktı. Göz gezdirdi.
Duvardaki tıpkı onlara benzeyen resimlere ve isimlere göz attı. Regulus Black, Cygnus Black, Druella Black, Narcissa Malfoy ve daha fazlası... Hepsi tam oradaydı. Gözlerinin önünde. Ama şimdi hangileri hayattaydı?
"Hey, iyi misin?" Draco uzun şifonyerin kenarına tırnaklarını batırırken sesin geldiği yöne bakmadan sessiz kaldı. Nefret dolu gözlerini duvardan çekmeden çenesini sıkıyordu.
"Hiç bu kadar iyi olmamıştım."
"Draco."
"Ne var, Potter? O herifin ölümüne üzülmemi falan mı bekliyorsun? Onu kendi ellerimle öldürmediğim için üzgünüm." Draco korkunç gözlerini Harry'nin gözlerine dikerek bağırdı. "O adam o gün annemin çığlıklar içerisinde ölmesine göz yumduğu zaman ölmüştü."
Ani bir düşünceyle ceketinin kolundan asasını çıkardı ve duvara doğru tuttu. İçinden büyüyü geçirdiğinde duvardaki soy ağacından "Lucius Malfoy" yazısının yerini büyük bir karaltı almıştı.
- - -
Draco tek başına mutfakta oturuyordu. Odası hariç sessiz tek yer burasıydı. Elindeki ateş viskisi dolu bardağa dalmış bir şekilde düşünüyordu.
Onun için üzülmesi normal miydi? Yani... Sonuçta ne olursa olsun babasıydı. Onu korumak için burada olan sayılı insanlardan biriydi. Korudu mu? İşte onu bilmiyordu. Nasıl öldüğünü, neden öldüğünü ve kim tarafından öldürüldüğünü bilmiyordu. Eğer orada olsaydı bilirdi.
Oradan ayrılmasaydı belki de öldürülmezdi.
Ama...
Her neyse. Kimin umrunda?
Kafasında binbir senaryo geçerken kapı girişinde küçük ayak sesleri duydu. Oraya gözü sataştığında gülümsemeden edemedi.
Teddy elinde küçük meyve suyu paketi, dikilip meraklı suratla ona bakıyordu.
"Hey, küçük adam. Orada ne yapıyorsun?" Teddy yavaşça yanına yaklaştı ve önünde durdu. Sessizce birkaç saniye durduktan sonra ağzındaki baklayı çıkardı.
"Baban ölmüş. Duydum." dedi bebek sesiyle nazikçe. Draco mutsuz durması gerektiğini biliyordu ama bu tatlılık karşısında ne yapacağını şaşırdı.
"Evet." Ne diyeceğini bilemedi. Başıyla onayladı ve aşağıya baktı.
"Ağlama tamam mı? Onu eninde sonunda göreceksin." dedi teddy. Babasının ruhsuz bir katil olduğunu bilmeden. Draco bu gerçeğe ve masumluğa karşı suratını astı.
"Üzülme, Dwaco. Bak, benim de annem öldü. Ama o beni görüyor. O benim yanımda. Sen de böyle hisset, tamam mı?" Gülümsedi. Elinde değildi. Keşke birileri onu şu küçücük çocuk kadar düşünseydi diye geçirdi içinden.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the dragon's sanctuary || drarry
FanfictionSavaş bitmişti. Ama kargaşa ve ölümler asla. Ölüm yiyenler kaçmış, kendilerine yeni bir sığınma mekanı, bir yetkili ve yeni bir amaç bulmuştu. Aralarından kaçmaya çalışan Draco Malfoy'un ise kaçacak tek bir yeri vardı. Grimmauld Meydanı 12 Numara...