Bugün pazartesi ve güne bir inek psikolojisiyle uyanıyorum. Saat 12’den 5’e kadar kuyruğumu sallaya sallaya süt dağıtacağım. Uyandığımda saat 9’a geliyordu. Bırakın yatağın üzerinde oturup beklemeyi, kendime gelmek için yarım saat kadar daha yatmayı seçmiştim ama uyumadım, düşünceliydim. 5 gün elbet geçip gidecekti ama bundan sonrası için oldukça karamsardım. Kendimi mutlu edebilecek ihtimalleri üzerime birer birer giyiyordum ama yeni elbiselerime ya dram dökülüyordu, ya endişe ya korku bu yüzden hepsi lekeleniyordu. Yarım saati böylece doldurduktan sonra kalktım. Artık kasıklarıma kadar ağrı yapmaya başlayan çişimi yaptım. Ellerimi ve yüzümü hızlıca yıkayıp odama döndüm. Alelacele bir şeyler giyip, anneme ağzımın kenarıyla bir açıklama yaparak dışarı çıktım. Doğrudan ajansa gittim.
Benden önce 2 kişi gelmişti. Beraber çay içip ötekilerin gelmesini bekledik. Onlar da gelince kostümümüzü giyip yola koyulduk. Saat 11.30’da oradaydık. Ajanstan görevli arkadaşlar masalarımızı kurdular ve süt, elektrikli bir sistemle ısınmaya başladı. Oldukça utanıyordum fakat yüzüm görünmediği için kendimi kolaylıkla teselli edebiliyordum.
Bütün gün bin bir türlü şebeklik yaparak insanları kendime çekmeye çalıştım. Aslında oldukça eğlenmiştim fakat birkaç tatsız olay da yaşadım. Mesela birisi kuyruğumu çekip beni yere düşürdü. Birisi fotoğraf çekilirken parmak attı. Birisi itekledi. Küçük çocuklarsa memelerimle oynayıp durdular. Artık saat 4’e geliyordu ve oldukça yorulmuştum. İnek oturmaz dediler bize sandalye vermediler. Bir an önce günü bitirmek istiyordum ki günün en yorucu müşterileri geldi. Lise üniformalı 4 genç kız etrafımı çevirdiler. Onlara süt ikram ettim. Bu sırada biri arkama geçip kuyruğumu çekiştirdi. Az daha sütü üstüme döküyordum. Tabi bizim meslekte kızmak diye bir şey yok. Sütlerini içtikten sonra fotoğraf çekilmek istediler. İki kızı koltuğumun altına birini önüme alarak güzel bir fotoğraf çekilmiştik ama ardı arkası kesilmiyordu. Sürekli birbirleriyle yer değişiyorlar, yüzlerce fotoğraf çekiyorlardı. Bazen bana kulak yapıyor, bazen memelerimi ısırıyor, bazen de saçma sapan işler yapıyorlardı. Artık delirmek üzereydim ama sabrettim. Ağzıma gelen küfürleri paketleyip geri gönderdim. Sonun da kızlar gittiler ve sonun da gün bitti.
Ajansa gidip paramı aldıktan sonra doğruca eve gitmek üzere yola koyuldum. Telefonuma baktığımda İsmet’in beni 9 kez aradığını gördüm. Hemen aradım. İşim yoksa onlara gelmemi bir şey konuşacağını söyledi ben de dışarı çağırdım kırmadı. Serap’la buluştuğum parkta buluştuk.
İsmet’in büyük bir karın ağrısı var gibiydi. İçindekileri, ne kadar parmak salarsam salayım kusmuyordu. Fakat elbet kusacaktı yoksa beni niçin çağırmıştı. Yürümekten vazgeçip bir kafeye oturduk. Çayımız da geldikten sonra iyice ısrar etmeye başladım.
-İsmet sen de bir haller var. Ne oldu oğlum, kötü bir şey mi var?
-Yok, kötü değil.
-Ne var, ne oldu? Bana mı anlatmıyorsun.
-Anlatacağım, anlatacağım da, anlatmayıp unutsam mı diye düşünüyorum.
-İsmet!
-Almanya’da amcamlar vardı ya. Onların bir ilaç fabrikasında tanıdıkları varmış. İşte adama beni anlatmış. Amcam orada olduğu için Almanya’da yaşamamda bir sakınca falan yokmuş. Ben bilmiyorum prosedürü falan amcamın dedikleri bunlar. İşte bavulunu topla gel diyor.
-E bana niye söylemedin bunu?
-Ya bilmiyorum kardeşim. Ben gitmek istemiyorum aslında.
-Saçmalama gözünü seviyim. Orası Türkiye gibi değil. Orada bilim adamları değer görür, önü açıktır. Burada atomu parçalasan dinsiz diye taşlarlar. Gitme imkanın varsa sakın durma ki var.
-Ben orada kimseyi tanımam etmem. Nasıl yaparım? Beraber gidecek olsak gözüm kapalı tamam derim ama.
-Senin için bir sıkıntı yok be kardeşim. Orada yeni insanlar olacak, yeni hikayeler, yeni bir işin. Belki aradığın aşkı bulacaksın. Bir dünya şey girip çıkacak hayatına. Buradaysa her şey aynı kalacak. Yani git kurtul. Cesaretini topla!
-Oğlum, sokakta sidikli donla bu mahallede dolaştım ben. Her sabah bu insanları gördüm. Her günüm, her anım burada. Bunları burada bırakıp gitmek kolay mı?
-Saçmalama oğlum. Git hayatını kurtar. Yazın tatile falan gelirsin. Serap’la evlenirim bak yeğen veririm sana.
-Dalga geçme arkadaşım ciddiyim ben.
İsmet Araf’ta kalmıştı. Gitmekle gitmemek arasında sıkışmıştı. Burada hayatına yön veremeyeceğini çok iyi biliyordu. Benim en iyi arkadaşım için umduğum tek şey; şansının yaver gitmesi olabilirdi. Umuyordum ki o mutlu bir şekilde hayatını sürdürebilirdi. Bir süre memleketten, gidip de sıla hasreti çekenlerden konuştuk. Nazım’ın Anadolu’da taşsız bir köy mezarına razı olacak kadar çektiği hasretten fakat tüm bunlara rağmen gitmek gerektiğinden konuştuk.
İsmet’le saat 11’e kadar orada oturduk. Yemek yedik, çay ve nargile içtik. Bugün kazandığım paranın yaklaşık yarısını harcadım. Eve gittiğimde annem beni kapıda karşıladı. Yanına oturup muhabbet ettik. İsmet’in gideceğini söyledim; üzüldü. Eve erzak almak için para istedi. İş yerinden çıkarken aldığım paradan kalanları ona verdim. Artık elimde sadece önceden biriktirdiğim para vardı. Hayatımın teklifinin bana gelmesi için oldukça az zaman kalmıştı. Annem bu konulardan dolayı kaygılanıyor muydu bilmiyordum ama keyifli görünüyordu. Bugün Serap’la karşılaştığını, bana selam söylediğini söyledi. Muhabbet bitince odama çekilip üstüme değiştirdim. Yatağa uzandım, sağ elimi sol avucuma yerleştirip kafamın arkasına koymuş derin derin düşünüyordum. Kafamdaki düşünceler Serap’tan İsmet’e oradan anneme oradan da hayallerime koşarken uykuya daldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hasbelkader
General FictionHerkes istersen hayallerin gerçekleşir diyordu peki gerçekten öyle mi? Hayatımız bir kil gibidir ve biz ona şekil veririz diye yazmıştı dedektif Louis. Küçük bir İstanbul hikayesi, kırık bir aşk minyatürü, sıkışmış bir insanın ikilemleri bu romanı...