Çinko sokağında henüz hiçbir arabanın kontağı döndürülmeden; saat 5.40’ı gösterirken uyandım. Güneş, henüz gecekondumdan içeriye girmemiş, gecenin ayazı evin her yerine yayılmamıştı. Sokağın en eski evlerinden birinde oturuyordum. İki katlı beton yığını; kışın en çabuk soğuyan, yazın da en geç ısınan evlerden biriydi aynı zamanda. Alt katta mutfak, banyo, salon ve bir de küçük bir oda vardı. Üst kattaysa benim koridora benzeyen odam ve onun yanında da geniş bir oda vardı. Annem Hatice, babam Eşref ölmeden önce bu geniş oda da yatardı fakat babam öldükten sonra uzaklardan gelen misafirlerin uyuduğu alt kattaki küçücük oda annemin odası oldu…
Ben sabahın köründe kalkıp da yapacak bir işi olmayan sıradan insanlardan biriydim. Fakat bu sabah, bu kadar sıradan olmayı kendime hakaret olarak kabul etmiş olmalıydım ki uzun zamandır okumayı ötelediğim kitabı elime aldım. Bir saat kadar okuduktan sonra şu cümleye geldim ve duraksadım;
“ Dedektif Louis, henüz 32 yaşındayken istifa dilekçesini yazmış ve dilekçenin sonuna şu cümleyi eklemişti; “Hayatımız bir kil gibidir ve biz ona şekil veririz. Bir kile şekil verebilmek için onu yakmak lazım. Ben de bu şekli baştan verebilmek için kendimi yakıyor, istifa ediyorum. ”
Cümleyi okuduktan sonra kitabın son okuduğum sayfasına siyah kartondan yaptığım aralığımı koyup kitaplığıma kaldırdım. Fakat o kitap, Louis’in istifa cümlesiyle kapanmamış, içimde yaşamaya devam etmişti. Kendi hayatıma verdiğim şekle baktığımda, Louis’le aynı kaderi paylaştığım gerçeğiyle tokalaştım. Her şeye rağmen konservatuara devam edebilecek cesareti bulabilseydim kendimde, belki de şuan bu cümleyi okuduğumda yalnızca tebessüm etmekle yetinecektim...
Kafamda bu tarz cümlelerin hâkimiyet kurmasını sağlayan en önemli unsurlardan biri de bekâr olmamdı. Mesela evli bir adam olsaydım, değişmek benim için oldukça zor olacağı için bunu aklımdan bile geçirmeyecek, aklıma geldiği anda unutacaktım. Aklımda güzel sesli bir memur profili canlandı. Güzel sesiyle şarkı söylemek yerine, hayatını garantiye alma derdindeydi. Ben de güzel sesli memur olmaktan korkuyordum.
Düşünme seansı bittikten sonra kırmızı rengin üzerine beyaz yıldızlar çizili Battaniyemi üzerimden sıyırdım. Son zamanlarda aldığım kilolarla 90 kiloya ulaşmıştım ama uzun boylu olduğum için kilom sorun olmuyordu. Doğruldum. Yataktan doğrudan kalkmaz, doğrulduktan sonra yatağın üstüne oturur biraz etrafa bakardım. Bu alışkanlığımı yerine getirdikten sonra ayağa kalktım. Salak bir sineğin uçması gibi yürüyordum ya da öyle olmasa da öyle hissediyordum. Banyoya girdim ve girer girmez suyu açtım. Su on beş-yirmi saniye kadar aktıktan sonra yüzümü yıkar, Bu süre boyunca ayna da yüzüme bakardım; Gözlerimin altında hafif bir şişlik vardı. Kaşlarım ince, saçlarım kısa, gözlerim mavi, burnum normal ölçütlerde, alt dudağım normalden biraz fazla şiş, üst dudağım biraz inceydi. Saçlarım yukardan bakıldığında ters “m” şeklini alacak kadar dökülmemişti henüz ama on sene içinde o şekli alması çok muhtemel görünüyordu. Suyun soğukluğuyla tanışabilecek cesaretini topladıktan sonra iki elimi birleştirip suyun altına soktum. Suyu avucumda biriktirdikten sonra yüzüme hızlıca çarptım. Bunu bir kere daha yapıp iyice ayıldıktan sonra aşağı kata indim.
Annemin uyuduğunu görünce, ses çıkarmamaya büyük bir özen göstererek tekrar yukarı çıktım. Üstüme spor yapmaya elverişli giysiler giydikten sonra parmak uçlarıma basarak evden dışarıya çıktım.
Bugün oldukça dinç hissediyordum kendimi. Uykumu alarak uyanmak, dünyaya sığamamak gibi bir his veriyordu bana. Sahile indiğimde etrafta kimsecikler yoktu. Ne zaman herkes uyurken dışarıda olsam aklıma hep Turgut Uyar gelirdi.
Bir süre denizi seyrettikten sonra hafif bir tempoda dedektif Louis’le beraber koşmaya başladım. Ona; “o yaştan sonra bu kile nasıl şekil verirsin” diye sordum. O da; “denemeden bilemem, bu şekilde mutlu değilim.” Diye yanıtladı. Bu yanıtın ardından, yeni bir soru daha sorma veya bir fikir belirtme gereksinimi duymadım. Bir süre sonra da Louis’in yanımdan çoktan ayrıldığını fark ettim fakat bu sefer kendimle koşuyor ve konuşuyordum. “Benzin istasyonunda mutlu musun?” diye sorduğumda kendime, öylesine yanıtsız kaldım ki koşmayı bıraktım. İnsan bir kere düzenini kurmaya görsün, sonra bozmaya cesaret edemiyor. Fakat delikanlılık var tabi kalıbımda, bok sürmeyeceğim ya kendime, hemen peşi sıra bahaneler doğururum, önüme koyar avunurum. Bu hayatı ben inşa etmiştim şimdi eserimi yıkıp yerine yenisini yapacak cesaretim yoktu. “Olduğun kadar işte” lafıyla kendimi avutmaya çalışıyordum fakat bugün, İstanbul uyurken ben sokaklarda koştuğumdan mıdır nedir, nedense bir cesaret vardı içimde. Bir şeyleri değiştirebilmek için dolmuş gibiydim. Bazen böyle olur, bir şeyleri yapabilecekken içinde hissedemediğin istek, yapamayacakken bağırmaya başlar; “ben buradayım.” Diye.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hasbelkader
Fiksi UmumHerkes istersen hayallerin gerçekleşir diyordu peki gerçekten öyle mi? Hayatımız bir kil gibidir ve biz ona şekil veririz diye yazmıştı dedektif Louis. Küçük bir İstanbul hikayesi, kırık bir aşk minyatürü, sıkışmış bir insanın ikilemleri bu romanı...