Louis’in cümlesiyle hayatımı sorgulamaya başlayalı 1 hafta olmuştu. Dün işe gece 12’de gitmiştim. Saat sabah 8’e kadar çalışıp, eve dönmüş, döner dönmez uyuyup saat 2 gibi uyanmıştım. Akşam 6’da tekrar iş başı yapacaktım. Hala gece çalışacak bir eleman bulamamışlardı ve bu yüzden biz gündüzcüler saçma sapan bir düzende çalışmak zorunda kalıyorduk. İşe geç gidecek olmam aslında benim için çok bir şey ifade etmiyordu fakat annem için de aynı şeyleri söylemem pek mümkün değildi. Bugünü büyük bir fırsat olarak görüyordu. Ayşe teyzeyle konuşup benim Serap’la tanışma meselesini ayarlamıştı. Saat 3 gibi Serap’ın evinde olmamız lazımdı. Ne yaptıysam annemi ikna edemedim ve her nasıl olduysa bu durumu kabullendim. Sanırım ömrümün en sıkıcı saatleri olacaktı. Oraya gittiğimde olacakları, nereye oturacağımı, nelerden konuşacağımı hayal edemiyordum bile. Beni ne beklediği konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Annem gömleğimi falan ütülemiş hatta kravat bile koymuştu. Ben kravatlardan nefret ederdim. İnsanı boğarlar, öldürürlerdi. Onu takmayacaktım. Saat iki buçuğa doğru geliyordu, kısa bir süre sonra evden çıkacaktık. Telefonumun çalması ve çok önemli bir şey olması için dua ediyordum fakat annem dualarımı jilet gibi kesiyordu.
-Hala hazırlanmadın mı?
-Ya iptal edelim be annem sonra gideriz.
-Olmaz! Hadi çabuk, kravat takmayı da unutma.
-Yok, bak işte o olmaz!
-Oğlum, şık görünmen lazım, tak o kravatı!
-Anne yok.
-Tamam, takmazsan takma hadi hazırlan gidiyoruz.
-Tamam, be tamam
Kravatı takmadım, gömleğimin üstten üç düğmesini açık bıraktım sonra çok olduğunu fark edip birini kapattım. Dişlerimi fırçaladım ve aşağıya indim. Kabullenemesem de sanırım içimdeki bir şey bunu istiyordu. Yaklaşık 3 senedir sevgilim yoktu. Son sevgilim Hülya kayıplara karışmış, telefonlarıma çıkmaz olmuştu ki artık bilmem neye kayıtlı böyle bir numara bulunmamaktadır sesiyle karşılıyordum aradığımda. Müstakbel eşimle tanışmadan bunları düşünmem ne kadar da saçmaydı. Müstakbel eş mi? Hayır, öyle olmayacak. Oradan hiçbir şey olmadan ayrılacaktım. Kıza annemin zoruyla geldiğimi, hiç ilgimi çekmediğini söyleyecektim...
Merdivenleri ağır ağır indim. Annem ortalığı telaşa vermişti. Pardösüsünü giymiş sağa sola koşturuyor bir yandan yaptığı börekleri kaba dolduruyordu. Yanından geçerek annemin itinayla boyadığı ayakkabılarımı elime aldım. Boyayalı biraz zaman geçmiş olmalıydı ki elime hiç boya bulaşmadı. Ben ayakkabıları giydiğimde annem hazırdı. Kapıyı kilitleyip çıktık. Yol boyunca annem bana temkinlerde bulundu. Neleri yapmaman konusunda sayısız bilgi vermesine rağmen neleri yapmam gerektiği konusunda hiçbir şey dememişti. Tek bildiğim; kızın hemşire olduğu, hastanede çalıştığı ya da çalışmak için başvuruda bulunduğu falandı. Şu işten bir an evvel kurtulmak istiyordum. Herkesin içinde oturup birbirimize sorular soracaktık. Ben o kadar insanın arasında ne yapabilirdim ki? Mahallede top oynayan çocukların arasından geçerken kaleciyle karşı karşıya kalan bir çocuğun topuna vurup, mutlak golü harcadım. Hayatımda böyleydi, ne zaman kaderimle karşı karşıya kalsam topu, bırak autu taca atıyordum. Arnavut kaldırımlı sokağımızda hızlıca yürüyerek eve ulaştık. Yeşil duvarlı bir evdi ve ben yeşil duvarları olan evler için oldukça önyargılıydım. O evlerde genelde hacıların, hocaların oturduğunu düşünürdüm. Türbe yeşili ya da fıstık yeşili diyelim; hiç iç açıcı renkler değildi bence. Annem “Hazır mısın?” dedi. Cevabımı beklemeden kapıyı çaldı. Eski, tahta bir kapıydı çaldığı ve ben o an hayatımın en stresli anlarından birini yaşıyordum. Mahallemizin ara sokaklarına göz atıyor, hangisinden kaçacağımın planlarını yapıyordum. Birden koşmaya başlamak sonra kaybolmak istiyordum. Kapı açıldı. Ağzı kulaklarında, boyu dizlerinde kahverengi etekli, sarı kazaklı, kollarındaki 3 bilezik parıldayan, tahminimce altın bir küpe takan ve parmağında alyansı olan aynı zamanda pembe ev terliği giymiş bir kadın kapıyı açtı. Yüksek bir sesle;
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hasbelkader
Fiksi UmumHerkes istersen hayallerin gerçekleşir diyordu peki gerçekten öyle mi? Hayatımız bir kil gibidir ve biz ona şekil veririz diye yazmıştı dedektif Louis. Küçük bir İstanbul hikayesi, kırık bir aşk minyatürü, sıkışmış bir insanın ikilemleri bu romanı...