Sanki senelerce uyumuş gibi hissediyordum. Hayat, beni mutlu dünyamdan çekip çıkarmış, o acımasız gerçeklik ilkesiyle sert bir tokat atmıştı. Bu tokat beni biraz daha olgunlaştırmış, biraz daha yavaşlatmıştı. Bu hayatta neler varmış meğer ve ben nelere üzülmüşüm gereksiz yere. Olmasını istediğim şeyler vardı ve onlar artık bir şey ifade etmiyor ve elimde sadece olanlar kalıyordu. Bu sabah boş uyandım. İhtiyar bir adam edasıyla yataktan çıkıp elimi yüzümü yıkadım. Ağır hareketlerle giyinirken bir yandan düşünüyordum. Duraktan ayrılıp başka bir iş bakmalıydım fakat iş bulamama gibi bir durumum da söz konusuydu. İyi, kötü annemle geçinip gidiyorduk. Kenara biriktirdiğim para suyunu çekmişti ve bu durumda işsiz kalmam bizi felakete sürüklerdi. En iyisi Serap’ı unutmaktı. Beynime parmak salıp, nöron nöron kusmak istiyordum. Düşünceler taşıyordu, taşımaktan yoruluyordum...
İşe geldiğimde mesai arkadaşlarıma kısa bir durum açıklaması yaptım ve ayak üstü terapi seanslarını dinledim. Kimisi bana başka bir kız bulacağını söylüyor, kimisi nasip olduğunu söylüyordu ama hiç birisi hayatın neden planlarımı bozduğu konusunda bir şey söylemiyordu. Bende susup kafa sallıyordum. Mutfakta çay demlerken aklıma bir söz geldi; “Boğulacaksam büyük denizde boğulayım.”. Önce bu fikre kesinlikle karşı çıktım çünkü tek tabanca değildim ve bakmak zorunda olduğum bir annem vardı fakat sonrasında annem hastalandığında verdiğim parayı düşündüm. Burada S.S.K.m yoktu ve eğer annem yine hastalanırsa hastanede rehin kalabilirdi. İşten çıkmak kesinlikle ilk tercihim olmamalıydı öncelikle S.S.K. işini halletmeliydim. Bunun için patronun gelmesini bekledim.
Bardağı 4. Defa duruladıktan sonra tezgâha koydum. Omuzlarımda beyaz bir havlu vardı. Havluyu omuzlarımdan indirip ellerimi kuruladım. Mutfağın küçük kapısından geçerek şoförlerin yanına gittim. Patronun masasına doğru yöneldiğimde Niyazi abinin çay istemesi beni cımbızla çekerek mutfağa götürmüştü. 4 defa duruladığım bardağı alarak tezgâha koydum. Kafam o kadar dalgındı ki bardağın yarısını dem koydum fakat Niyazi abi açık çay sevdiği için demini dökmek zorunda kaldım. Çayı istenilen kıvama ayarladıktan sonra boğazımı temizleyerek içeriye girdim. Niyazi abimin önüne çayını koyduktan sonra doğrudan patronun yanına gittim, boğazımı temizleyerek, bir şey konuşmak istediğimi söyledim:
-Otur, seni dinliyorum.
-Abi, S.S.K.’yı sonra yaparız demiştin ya. Onu ne zaman yaparsınız?
-Hayırdır lan tabakhaneye bok mu yetiştiriyorsun? Daha bir ay olmadı seni alalı.
-Abi, düzgünce bir soru sordum.
-Ne bileyim ben senin 2 gün sonra gitmeyeceğini?
-Gidecek olsam niye söyleyeyim abi sana.
-Sen biraz daha bekle. Yapılır, elbet yaparız bir gün.
-Yok, abi yapma sen boş ver.
-Neden?
-İstifa ediyorum abi, haydi kal sağlıcakla. Allahaısmarladık.
Yerimden hızlıca kalkarak mutfağa gittim. Oldukça kısık bir sesle söverken montumu giymeye başladım. Sağ kolumu geçirdikten sonra, sol kolum için montu, sırtıma attım fakat sol kolumla bir türlü kolu sokacağım yeri bulamadım. Mont sağ tarafımda sallanırken duraktan çıktım hiçbir şey demediler. Sağ kolumu da giydikten sonra montumun fermuarını çekerek hızlıca yürümeye başladım. Gelen ilk otobüse bindim. Nereye gittiğimin bir önemi yoktu, sadece gitmek istiyordum. Otobüste boş yer olmasına rağmen en arka tarafta ayakta duruyordum. Birden boğazımda bir düğümlenme ve burnumda sızlama hissettim. Tüm dikkatimle dışarıya bakıyordum. İnsanlara, yola, dükkânlara, sokak köpeklerine odaklanmaya çalışıyordum ama tüm çabama rağmen ağlamadan duramadım. O an, öyle bir boşaldı ki içim yolculardan bir kaçı yanıma gelerek elini omzuma koydu. Bana ne dediklerini anlamıyordum ve sadece ağlıyordum. Bir süre sonra otobüs durdu. Şoför yanıma geldi. Artık herkesin ilgi odağı olmuştum ve ben bu durumdan hiç hoşlanmazdım. Bir an önce buradan ayrılmak için kendimi topladım ve iyi olduğumu söyleyerek otobüsten indim. Hızlı adımlarla oradan uzaklaşırken bir yandan da ağlamaya devam ediyordum. Dolambaçlı yolu kullanmayarak çimenlerden yürüdüm ve denizi karşımda gördüğümde durdum. Sardunya sahilinde olduğumun denizi görünce farkına vardım. Oturdum kayalardan birinin üstüne, dalgaların beni ıslatabileceğini hatta denize çekeceğini önemsemeden ağlamaya başladım. Hayatımda ne kadar yolunda gitmeyen şey varsa hepsi aklıma geliyordu. Bazen babamın yüzünü görüyordum, bazen sahnede oyununu oynayan Mehmet benimle tokalaşıyordu. Çok geçmeden insanlar beni sahilde de yalnız bırakmadı. Onları görünce biraz daha içimi çektim ve sakinleştim. Etrafımdaki herkese gitmesini söyledim ve sağ olsun gittiler. Baş başa kaldığımda kendimle gözlerim doluyordu ama bu sefer sessizce ağlıyordum sadece deniz şahitti gözyaşlarıma. Serap’ı düşünüyordum, annemi ve kendimi her şey bombok olmuştu...
Sahilde üç saat kadar oturduktan sonra annemin sesini duyarak başımı çevirdim. Hemen yanı başıma oturarak bana sarıldı. Annem hiç konuşmuyor sadece saçımı öpüyor ve kocaman sarılıyordu. Annemden çekinirdim ben ağlarken ama bu sefer çekinmemiştim. Yaşadığım onca şey, sanki çözülmüş, hayatta huzur bulmuş gibiydim. Annemle bir iki saat daha sahilde oturduktan sonra eve gittik.
Paltolarımızı çıkarır çıkarmaz salondaki koltuklara oturduk. Annem elimi tuttu.
-Ne oldu, benim güzel oğlum
-...
-Komşular haber verince aklım çıktı yerinden hemen koşarak geldim sahile. Anlatmayacak mısın, nedir seni üzen?
-Anne, bana sakın kızma tamam mı? Ben patrona ne zaman sigortalı olacağımı sordum. O da tersleyince... Yani ben işi bıraktım ama sen üzülme, en kısa zamanda bulacağım yenisini.
-Oğlum bu muydu? Ben biliyorum sen bulursun yenisini hem ben zaten o taksi durağını hiç sevmemiştim.
-Ama iyi kötü para geliyordu anne. Ne yapacağız şimdi?
-Bilmiyorum ki.
Annemin elini ellerimin arasına alarak yüzüne baktım ve gülümsedim ;”Üzülme annecim” dedim. Anneme bir süre daha sarıldıktan sonra patates kızartmasını istedim. Evde patates kalmamıştı ve bende almak için dışarı çıkarken annem öteki eksikleri de yazdırdı. Elime market listesini alarak dışarı çıktım hem kafamı dağıtmak hem de bir iş bakmak istiyordum.
Markette İsmet’in annesiyle karşılaştım. Kısa bir süre sohbet ettik. İsmet’in en geç 3 akşamda bir ailesini aradığını öğrendim oysa beni yalnız bir kere aramıştı. Şimdi ona nasıl da ihtiyacım vardı. İnsanları pek sevmeyen bir insan olduğum için kendime arkadaş olarak sadece İsmet’i saklamıştım oysa o şimdi yoktu. Alışverişimi bitirdikten sonra parasını ödedim. Cebimde yalnızca 162 lira kalmıştı. Bu para bizi taş çatlasın 2 hafta idare ederdi, en kısa zamanda bir iş bulmalıydım. Bunun için öncelikle benzin istasyonuna gidecektim. Belki beni yeniden işe alırlardı
Annemle güzel bir kahvaltı ettikten sonra mutlu günlerden konuştuk. Bu arada ona ne kadar param kaldığını söyleme konusunda bir tereddütte düşmedim. Annemin 2 tane bileziği vardı ve bu paranın ben iş buluncaya kadar bize yeteceğinden hiçbir şüphem yoktu. Kahvaltımı bitirdikten sonra bir duş aldım ve oldukça şık giyinerek dışarıya çıktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hasbelkader
General FictionHerkes istersen hayallerin gerçekleşir diyordu peki gerçekten öyle mi? Hayatımız bir kil gibidir ve biz ona şekil veririz diye yazmıştı dedektif Louis. Küçük bir İstanbul hikayesi, kırık bir aşk minyatürü, sıkışmış bir insanın ikilemleri bu romanı...