Sıkıntı Var

177 25 39
                                    

Düzenliyorum. Bazı olaylar, diyaloglar değişeceği için yorumlar ve paragrafların alakası olmayabilir

Felix artık yorulmuştu. Kafası karışmıştı, hayat onu iyi yerlere sürüklemiyordu. Hayatında pek güzel şey yoktu. Bazen insanlar onun da üzelebileceğini unutuyordu. Aslında zaten insanlar onu görebiliyor muydu? Onu da bilmiyordu.

Felix pek normal bir gençlik geçirmiyordu. Aslında kendini genç olarak da hissetmiyordu. Sanki 50 yaşına gelmişti ama bedeni hep genç kalmıştı. Bazen Felix hiç yaşlanmadan öleceği düşüncesi geliyordu. Felix ise daha az acı çekeceğini düşünerek sevşniyordu. 14 yaşında birden ortaya çıkan hayali arkadaşı onu bazen zorluyor, bazen ise onun sayesinde mutlu oluyordu. Babasına bahsetmişti ama ciddiye aldığını pek sanmıyordu. Babası pek ciddiye almazdı zaten.

Adrien ve Marinette'i de unutmamak lazımdı, iyi zamanlar geçiriyorlardı. Adrien, Felix'in anne tarafından kuzeniydi. Ve son zamanlarda eskisinden daha fazla görüşmeye başlamışlardı. Marinette ise Adrien'ın sevgilisiydi. Felix ölümüne yalnızlığını onlar sayesinde biraz olsun unutuyordu. Çoğunlukla birlikte takılırlar, Felix ortamdaki 3. kişi olduğunu iliklerine kadar hissederdi. Aslında bu onun için büyük bir sorun değildi. Onlar sevgililerdi ve biraz da olsa dışlanmak normaldi. Ayrıca onları izlerken sanki bir romantik komedi izliyor gibiydi. Eğleniyordu. Bazen Adrien ve Marinette, Felix'in olayların dışında kaldığını fark ettiklerinde onun da katılabileceği meseleler açıyorlardı. Felix için yeterince iyi arkadaşlardı.

Ayrıca son zamanlarda konu hep Lila denen kızdan açılırdı. Marinette, Lila'yı günahı kadar sevmezdi. Her zaman onun ne kadar yalancı, ne kadar edepsiz olduğundan yakınırdı. Okulda eskiden çok sebilse de yakın zamanda Marinette onun foyasını ortaya çıkardığı için kimse yüzüne dahi bakmıyordu. Felix'in o kızı merak etmediği söylenemezdi, konu o kızdan açılınca hep o kızın nasıl bir kız olduğunu merak ederdi. Nedensizce. Ayrıca o kızın şu anda ne kadar yalnız hissettiğini de anlıyordu. O da adeta bir hayalete dönüşmüştü anladığı kadarıyla.

Felix, Lila'yı sarı saçlı, ela, hafif çekik gözlü, buğday tenli bir kız olarak hayal ederdi. Onun fotoğrafını hiçbir zaman görmek istemezdi, onu kendi kafasında baştan yaratmak eğlenceliydi. Kendi kendine böyle bir eğlence bulmuştu işte. Hayat bu şekilde de eskisine göre güzeldi.

Şimdi ise babasından azar işitiyordu. Çoğunlukla babası konuşurken onu dinlemezdi zaten. Başka şeyler düşünürdü. Babasının her zaman boş konuştuğunu biliyordu. Babası ne kadar doğruyu söylerse söylesin Felix için her şey boş olacaktı. Babadı bu hayatı kendi elleriyle kurmuştu. Ve Felix'in hayatı da böyle, babasıyla sorunlu bir şekilde geçecekti. Ellerini sıktı, tırnaklarını ellerine batırdı. Damarlarının aşındığını biliyordu. Acılarını kendinden çıkarıyordu, başka ne yapabilirdi ki? Babasının ona böylesine uzak olmasını kaldıramıyordu. Her insan çocuğunu sevmeliydi. Babası galiba onu gerçek bir çocuk olarak görmüyordu.

Odasına geldi, duvara sırtını yaslamış olan hayali arkadaşına baktı. Kendisine temessüm ettiğini görünce tırnaklarını kolay batırabilmek amacıyla sıktığı ellerini gevşetti. Yatağına uzandı ve uykuya daldı.

Hayat ona ne getirecek bilmiyordu fakat yorgundu. Yaşamaya dahi hali yoktu. Nefes alıyordu işte, yetmez miydi? Sanırım Felix ölse yeriydi. Kimse üzülmezdi. Zaten kendisi de üzülmezdi. Öyleydi işte. Saçmaydı.

Hayata tek başına tutunmaya çalışıyordu. Hiçbir yerde ışık yoktu. Fakat yaşıyordu. Umutsuz, amaçsız, tek başına. Sadece nefes alıp veriyordu. Gerçi çoğu insan böyle değil miydi zaten? Herkesin içinde göze batmazdı. Ölene kadar kimse onu fark etmezdi. Ölünce de sanırım sadece toprak olacaktı. Belki de cehennemde yanacaktı. Tanrı Felix'i pek sevmiyordu. Sevse bu kadar acıyı bir anda yüklemezdi bedenine.

Yıl'anlar ve Yılan'lar | Felila (Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin